Dzien Swira filminde, günlük yaşamın boğucu alışkanlıklarından kaçmaya çalışırken, kendisine takıntılarla dolu bir yaşam kurmak zorunda kalan dul edebiyat öğretmeni Adas bizi sınır uçlarının kıvrak yollarında, kara mizahın sonsuz metafor dünyasında harikulade absürt bir komediye davet ediyor. Gün içinde muzdarip olduğu obsesif kompulsif bozukluğun çekilmez onlarca eziyetine hem fiziken hem de ruhen katlanan Adaş kendine bu yaşamak mecburiyetinde olduğu dertlerden bir nebze de olsa kaçmak için bir yol bulmuştur; hem de ne yol!
İnsanlık dünya üzerinde yaşamaya başladığı zamanlardan beri tarifi pek kolay verilemeyen aslında bazen de realist beyinlerin, hırslı hayata tutsak ”farkındalıksız mahkumların” anlayamadığı, anlamlandırmayı reddettiği bir varoluş biçimi; Şiire sığınmak… Şiir hayatın menşeidir bunu bilmek ve unutmamak gerekir. Ama bu sözü kime nasıl anlatacağız ve nasıl idrak edilecek? Merak etmek ve sonuçları görmek için ayrı bir diğerkamlık halinde olmak yetecek mi? Sanmıyorum, lakin umutsuzluk bize yakışmaz. Adas da öyle bir karakter ki, gerçeklikten bu kadar yorulmuşken insanlarla iletişimden kopmamaya çalışıyor, ama nafile. İnsanlar başka bir boyutta mi yaşıyor yoksa Tanrım. Beklentiler üzerine söylenmesi gereken her cümle beni biraz daha öldürüyor, hepimize sanki sıfırdan bile daha önemsizmişiz gibi davranmak nasıl bir kuvvetin ve kibrin göstergesi? Ben kendimle dertleşiyorum bir şey var adını koyamadığım ve evet itiraf ediyorum ”şeyler” tarafından kıskaca alındım ;gazetede spor sayfalarını okuyorum sadece Legia Varşova’yı tutuyorum ve bunun bana bir faydası var mi acaba?
—-Legia,legia,legia !!! (Polonya sinemasında karakterler neden hep Legia’lı abi ya :))
Ben şiir yazacağımı sanıyordum, şiir! Yazmanın da Tanrı belasını versin, okumanın da. Bu dağınıklığı toplamak istiyorum ama yeni gelen günle ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Kendimi kandırmaya çalışıyorum, biliyorum ki işe yaramayacak. Adas sürekli konuşuyor benimle sürekli durmadan anlatıyor ona karşı sessiz kalmak istemiyorum; ey Adas merdümgirizlerin koşmadan yorulmadan bir gol, iki asist yapanı! Dinler misiniz beni: İnsanoğlu ruhtan düşmeye her koşul altında katlanmak zorunda değildir! Yaşamın içinde mukallit masumiyetler tarafından ele geçirilmişiizdir, bu iyi hissettirse de, var olmak ülküsü acı bir tecrübeden ibaret değildir sadece bize öyle gelir, yaşamı biz zorlaştırıyoruz, sen ne yapman gerektiğini biliyorsun! Arzu edilen sanatın içinde olmak ve bağıra bağıra şen gözyaşlarıyla kutsayıp yıkadığımız o görünmeyen deliliktedir. Andre Gide’nin dediği gibi soylu bir akrabalık bu hissel iletişim ve bu etkiden kaçanlar bu akrabalığı kendilerine yakıştırmayanlardır.
En güzel en pahalı arabalar sizlerin olsun, fazlasıyla giyecek sıradan kıyafetim var, yeni bir kazak daha istemiyorum, ben bu salakça yarışta yokum. Aklımda bir masal var sadece öyle mütevazı bir masal ki, bir kral olsam, eski yaşantımda beni boğan beni üzen her şeyi yavaşça seyre dalsam. Mütevazı bir kral olmak istiyorum ama öyle saraylarda oturmak değil istediğim; bu yüksek katlı blok apartmanların bahçelerinde bazı güzel ağaçlar var, o ağaçların altında oturmak ve sessizliği dinlemek; yanımda da ilk aşkım kraliçem, hiç konuşmuyor o da, tek bir kelime çıksa ağzından onu da istemezdim yanımda. Neler geçmiş başımdan böyle sevmeden evlendiğim karım terk etti gitti, hasta bir oğlum var, şiir yetmiyor mu bana yoksa, bunu nasıl anlayacağım Tanrım?
Yedi rakamına kafayı takmış durumdayım, nümerolojik zırvalar zerre kadar umurumda değil, yedi rakamı yapıştı boğazıma. Çayımı karıştırırken önce dört defa sola doğru, sonra üç defa sağa doğru karıştırıyorum, bu rutin artık anlamsızlığını iyice hissettirdi bana. Sanki hiçbir şey yapmadan, hareketsiz kaskatı bir halde yataktan günlerce çıkmasam beni yok edecek bir sarmalın içindeymişim gibi hissediyorum. Özenle sakal tıraşı olan adamlara imrenerek bakarım, kendi yüzümü görmek bana utanç veriyor artık. Hiçbir şeyi ziyan edemem. Sabahları yüzümü yıkarken zihnimde hep susayan çocuklar görürüm, kuraklığı düşünürüm.
Çiçek Sellerinin İçinde Kalmak
Hislerin ağırlığı sırtta kambur olursa, melankoli başrol oynar! Farklı olduğumuz konularda bile aynıyız. İnsandan yollar, insandan ağıtlar, insandan mutsuzluklar, soğukta ve sıcakta, her mevsim aynı göz yaşından damlayan farklı kalplerde hissedilip, akıl ile güç yetirilemeyen bitmeyen sorular. Gerçeği sorgulamaya başlayan birey, tek bir doğrusu olmayan sonuca ulaşmaya çalıştıkça diyalektiğin labirentinde kaybolur. Cahilane özlemlerle etrafı sarılı toplum, farklı olanla aynı denizi dahi paylaşmak istemez. Özgürlük gerçekte ve doğadadır; yalnızlık ruhtan gelen bir arzudur. Zordur kabullenilmesi, çok zordur. Kucaklaşmalar tedavülden kalkmadan önce sarılabileceğim kimse yok mesela, müntehir bir rüya mı bu? Öğrendiğim hayat buruşturulmuş bir kağıt sadece. Hayattaki en önemli şey, başımızı sokacak bir akıl sahibi olmak için çaba sarf etmektir. Aşklar, dolu cüzdanlar, yalanlar hepsi bizi saran koca yanılgının pahalı birer parçaları. Bize gerçeği versin insanlık. Dürüst olun ey insanlar ve bu şakaya gülün…
Polonyalı siyasetçiler televizyonlarda saçmalayıp dursun, bayrağımızdan kan çıkarana dek yesinler birbirlerini, ben denize kavuşma arzusunda olan yumurtadan yeni çıkmış bir kaplumbağa yavrusu gibi ilerliyorum, müzik durmuyor aklımda. Yüzleşmekten bıkmıyorum, sessizliğe eriştiğim yerde yine komik bir şeyle karşılaşacağım; evin içinde birazcık ses olsun bari televizyonu açayım. İşte bir dildo reklamı, dişleri her yerinden söken diş macunu reklamı, sevgilinizin yanında gaz kaçırmayın diye üretilmiş anti osuruk esansı! Evet saygıdeğer insanlar, değerli ozanlar ben kendi yatağıma ve düşüme dönüyorum hepinize iyi şanslar diliyorum…
Dzien Swira (Day of the Wacko) – Kaçığın Günü filminde yönetmen Marek Koterski, kara mizahın elementlerini kendi üslubunca kompoze etmeyi başarılı bir sinemasal düstur ile filmine yüreğini sıkıştırarak kullanmış. Senaryo da Koterski’ye ait. Başrol Adas’ı canladıran Marek Kondrat ise kelimenin tam manasıyla kusursuz bir oyunculuk sergilemiş, sanki Adas gerçekten var olmuş hissiyatına hakim oluyoruz izlerken.