Çingeneler Zamanı (Sırpça: Dom za vešanje), Yugoslavya’da çekilmiş, bu filmden sonra da “Underground” filmi ve “Maradona by Kustarica” belgeseli gibi başarılı yapımları üstlenecek Emir Kustarica‘nın yönetmenliğini yaptığı 1988 yapımı dram filmdir. Yönetmenin üçüncü uzun metrajlı filmi olan bu film, yönetmen Kustarica’nın en beğenilen ve bilinen filmidir ve kariyerini yükselten de filmdir. Bu film aynı zamanda Çingenece çekilen sinemadaki ilk film olma özelliğini de taşır. Film, özellikle birçok noktada boşlukları seyirciye doldurtturan yapısıyla klasik sinema niteliklerini fazlasıyla karşılar. Bundan önce incelediğim Sarhoş Atlar Zamanı filminde olduğu gibi bu filmde de oyuncuların çoğu profesyonel değildir, filmin konu aldığı hayat tarzı ve sosyal gerçekliğin tam da içinden gelen rastgele insanlar ile bu film çekilmiştir.
Kahramanımız Perhan, anneannesi, kız kardeşi ve dayısı ile birlikte yaşayan bir gençtir. Annesi kız kardeşini doğururken ölmüştür ve babası ortalıkta görünmüyordur. Anneannesi torunuyla çimento işi yaparken mahallenin delisi olarak bilinen dayısı içki ve kadın düşkünü, kumarbaz, eve fazla hayrı olmayan bir adamdır. Bu adam bir de üstüne anneannesinin çalışkan torunu Perhan’a olan ilgisini ve Perhan’ın bu sayede sahip olduğu şeyleri, en başta anneannesinin hediye ettiği ve Perhan’ın evcil hayvanı gibi baktığı hindisini, kıskanmaktadır ve bundan dolayı anneanneye sitem etmektedir. Perhan’ın kız kardeşi ise bir kemik hastalığına sahiptir ve bu yüzden fazla yürüyememekte, çok acı çekmektedir.
Perhan’ın gelecek için en büyük hayalleri zengin olmak ve sevdiği kız Azra ile evlenmektir. Filmin başlarında Perhan birçok kez Azra ile evlenmek istemiş ancak bu konuda annesinin rızasını ekonomik sebeplerden alamamıştır. Yaşanan ekonomik sefaleti ve buna bağlı olarak yaşanan kültürel ve sosyal sefaleti gözlerimizin bu yönden de süren filmde Perhan, en son pes edip kavuşamadığı aşkı yüzünden bir kilisede kendini asmaya çalışmış ancak komşusu tarafından kurtarılıp anneannesine teslim edilmiştir. Ve filmin belki de en güzel yanlarından biri olan hüznü neştelekarıştıran yapısında, trajik intihar sahnesinden hemen ardından anneannesi torununun akordiyonunu getirip çaldırarak ortama neşe katar.
Bu topluluk, filmde bulunduğu trajik ortam dolayısıyla hep bir fırsat arayışı içindedir. Perhan’ın ailesinin de bu fırsata ve mucizeye ihtiyacı vardır. Ve o fırsat biraz sonra kapılarına gelecektir. Filmde Çingene toplumunun ilgi alanında olan büyü, doğaüstü güçler ve fantastik olaylar da işlenmektedir. Bunlardan biri de Perhan’ın anneannesinin ve Perhan’ın telekinezik güçleridir. Bir gün mahallenin zengin adamı olarak bilinen ve kentte yaşayan Ahmet mahalleye gelir. Ahmet‘in çocuğu hastadır ve Ahmet çocuğunu büyücü olduğu bilinen anneanneye getirir. Anneanne ise doktorların başaramadığını başarır ve çocuğu iyileştirir. Daha sonrasında Perhan’ın dayısı Ahmet’e ödeyemediği borçlardan dolayı evde para arar ve bulamayınca evi bir halata bağlayıp mahveder. Üstüne karnını doyurmak için Perhan’ın hindisini haşlayıp Perhan ile boğaz boğaza bir kavgaya girer. Ahmet bundan pişmanlık duyup anneanneden özür dilese de anneanne ona yaptığı iyiliği hatırlatıp onunla barışmak istemez. Ahmet bunun karşılığında para teklif etse de anneanne paradansa ondan başka bir şey ister; torununun, yani Perhan’ın kız kardeşinin kemik hastalığını tedavi ettirmesini. Ve Ahmet de bunu yapacağına söz verir ve kızı Ljubljana’daki bir hastaneye götüreceğini söyler. Perhan ise kardeşini yalnız bırakmak istemez ve Azra ile vedalaşıp o da kardeşiyle birlikte hastaneye doğru yol alır. Ve işte o arabada çıktığı yolculukta Perhan, kendini bir yandan delice para kazandığı bir fırsatın; öbür yandan da kötü şeyler yapmaya zorlandığı, değerlerini kaybettiği bir felaketin içinde bulur. Kendisini Ahmet’in Milano’daki kadın pazarlandığı, bebeklerin satıldığı, çocukların çalıştırıldığı, hırsızlık yapılan ve cinayet işlenen suç örgütünün içinde bulan Perhan, burada tutunmaya çalışırken kendine yeni bir hayat kurma fırsatı bulmuş ancak bir yandan da masumiyetini kaybetmiştir. Entrikaların, ihanetlerin ve suçun içinde yeraltının basamaklarını birer birer çıkan Perhan sadece Çingenelerin değil, bütün Balkan’ın ve hatta bütün Akdeniz’in gerçekliğiyle yüzleşirken bu yolculuğun sonunda, kazandığı şeylerin sonunda neler kaybettiği bize de değerlerimizi kesinlikle bir kez daha sorgulatıyor.
“Kendim yalan söylemeye başladığımdan beri kimseye inanmıyorum” – Perhan
Filmden bağımsız olarak bildiğimiz üzere, Çingeneler, bulundukları tüm toplululuklar tarafından ezilmiş, dışlanmış, sürülmüş bir ırk olduğundan Orta Doğu, Akdeniz, Doğu ve Latin Avrupa’nın tümünde nüfusları bulunmaktadır. Yaşadıkları tüm bu baskılara rağmen kendi kültür ve adetlerini kendi içlerinde muhafaza etmeyi de basarmışlardır. Tüm topluluklar tarafından dışlanmış ve dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Çingeneler kültürlerini kendi içlerinde muhafaza etmeyi başarmıştır. Şarkı söylemek, dans etmek, büyücülük ve hayvancılık başlıca ilgi alanlarıdır. Filmimizde de bu eylemlere sıkça yer verilmiş ve gösterilmiş ve aynı zamanda Ederlezi gibi Çingenelerin folk müziklerine de film müziği olarak yer vermiştir. Bu yönüyle Çingene kültürünü ve gerçekliğini başarılı şekilde yansıtan film Çingene kültürünün de yanında tıpkı biraz önce bahsettiğim gibi, bulundukları coğrafya ve ülkelerin hatta bölgelerin de gerçekliğini yansıtmakta, Doğu Avrupa ve Akdeniz’in suç hayatını da önemli ölçüde işlemektedir.
Film çok tanıdık sürüyle trajedi ve hüzün unsuru taşımasına rağmen tamamen farklı bir anlatım tarzına sahip olmasıyla diğer filmlerden ayrışıyor. Genele baktığımız zaman Çingene kültüründe kaderi kabullenmişliği hatta neşeyle karşılamayı, her türlü zorluğa rağmen umudu kaybetmemeyi görürüz. Filmde bulunan repliklerde de yaşanan trajedilere karşı çok fazla kabullenme, isyan etmeme ve her şeye rağmen mücadele görmekteyiz. Özette anlattığım intihar sahnesi veya anneannesinin “Annesi de öldü, ne yapabilirim ki.” repliği de bu havayı yansıtan sahnelerin ikisi bana göre. Filmin bu yönü, filmi tam anlamıyla bir dram haline getiriyor ve bunu da ustaca yapıyor. Seyirci olarak hengamede olayların ortasındayız hem de çok uzak bir noktadayız. Yönetmen bu uyumu gerek doğaüstü unsurlarla gerekse olayların gidişatıyla yakalamış.
Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de fazlasıyla ırkçılığa uğrayan bir grup olan Çingeneler/Romanların yaşadığı gerçeklikleri izleyenlerin gözleri önüne süren Çingeneler Zamanı, size bu topluluk hakkında bambaşka bir bakış açısı sunacak…