Türk sinemasının muhterem film yönetmenlerinden biri olan Metin Erksan’ın 1974 yılında William Friedkin’in aynı adlı (Exorcist, 1973) eserinden bizlere yeniden yapım (remake) olarak sunduğu “Şeytan” filminin yönetmen koltuğundaki ismin sinema tarihindeki yeri ve teknolojik kısıtlılık gibi faktörler baz alındığında seyircide büyük bir dengesizlik yarattığını söylemek mümkün olacaktır.
Öyle ki insan şu soruyu sormadan edemiyor: “Metin Erksan niçin böyle bir film çekmek istesin?”
Yılanların Öcü (1962), Susuz Yaz (1963), Sevmek Zamanı (1965) gibi nitelikli eserlere imzasını atmış bir sanat erbabının basit bir yeniden yapım ile birlikte zikredilme fikrinin seyirci nezdinde bir parça da olsa hayal kırıklığı yarattığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Yeniden çevrim veya yeniden yapım (remake) demişken kavramı açmakta fayda var: En basit tanımıyla remake, daha önce yayınlanmış bir filmin aslına sadık kalmak ve üzerinden belli bir süre geçmesi koşulu ile yeniden seyirciye sunulmasıdır.
Filmde karakter isimleri, kullanılan materyaller (kutsal su yerine zemzem suyu, rahip yerine imam kullanılması vs.), olayların vuku bulduğu mekânlar değişiklik gösterse de içerik aynı kalır:
Genç bir kızın ruhu habis bir varlık tarafından ele geçirilir ve kurtuluş yolu olarak da bir din alimine başvurulur. Ne var ki ruhun ele geçirilmesi hadisesi İslâmi anlayış ile çatıştığından Metin Erksan’ın burada tamamen kendi mensup olduğu güncel din çerçevesinde değil de daha büyük bir pastadan -dinler tarihinden- paye aldığı açıkça görülmektedir.
Din alimi demişken orijinal yapım (Exorcist, 1973) için hem dindar hem de eril bir birey aracılığıyla hidayete ulaşılması üzerinden kimi çevreler feminist bir okuma ile bir eleştiride bile bulunmuştu.
“Korku filmi yapmak Türk insanının geninde yok.”
Sinema yazarı Atilla Dorsay Kurttepe Anadolu Lisesi’nde katıldığı bir söyleşide “Korku filmlerini yapmak Türk insanın geninde yok. Bu, gen meselesi. O farklı bir edebiyat. Bizde korku romanı hiç yazılmamış, yok. Batıda inanılmaz güzellikte korku romanları yazılmış, böyle bir tür ortaya çıkmış ama bizde tek bir örnek yok. Yeşilçam’ın tek korku filmi, ‘Drakula İstanbul’da’ diye bir filmdi. Korkunç bir filmdir, korkutmak açısından değil ama başka şeyler açısından öyledir” diyerek konuyla ilgili oldukça çarpıcı ve iğneleyici bir yorum getirmiştir.
Gerçekten de içinde bulunduğumuz kültürün DNA’sına uygun olmayan bir doneyi alıp kendimize uyarlamanın sakillikten başka bir şey getirmediğini Osmanlının Mustafa Reşit Paşa aracılığıyla kapılarını Batı medeniyetine açması ve halkın buna yalnızca form itibariyle bir ihtimam gösterip bilim, sanat ve teknolojisinden nemalanmaması ile tecrübe etmiştik.
Hülasa, her milletin kendi kültürü çerçevesinde hareket etmesi, kültürlerarası bir deneyimin de yerinde bir adaptasyon ile sağlam ekipmanlar kullanılarak ortaya konması gerekir ki Metin Erksan gibi değerlerin kendi sanatçı kimliklerine yakışacak filmografisinde kuru gürültü etmesin.