İran Yeni Dalgasının önemli isimlerinden birisi olan Cafer Pehani oldukça politik filmler çekmektedir. Filmlerinde İran’ın kadınlara karşı bakışını, sınıfsal durumunu, siyasetini, sanata ve sinemaya karşı duruşunu ele almaktadır. Sinemasında kullanmış olduğu dil ‘hicivdir’. İran’ın gerçeklerini hiç çekinmeden, elinden geldiğince ve izin verildiği kadar göstermeye çalışmaktadır. Amerikan sineması için önemli olan ‘gerçeklik algısını‘ özellikle ‘The Mirror‘ filminde yıkmayı başarmıştır. Seyirciye bir film izliyor olduğunu hatırlatır ve sinemada klasik bir anlatım yerine modern bir anlatımı benimseyerek seyircinin pasif olmasını değil aktif olmasını ister. Özellikle Abbas Kiyarüsteminin kaleme aldığı ve kendisinin yönetmiş olduğu ‘Crimson Gold’ adlı filminde bunu net bir şekilde görebilmekteyiz. O filmde görmüş olduğumuz karakter bir kuyumcuya girmesi sonucunda sınıfsal olarak konumunu fark edince, bu fark ediş onu psikolojik olarak etkiler ve varoluşsal sancılar çekmesine sebep olur, bir takım içerisinde bulunduğu sınıfın ona uygun olarak gördüğü davranışları dışarıya projekte ederken yıkmaya çalışmaktadır, ancak bu bahsettiğimiz durum filmde karşımıza apaçık bir şekilde çıkmamaktadır, burada yönetmen aktif değildir yönetmen pasiftir, seyircinin olaylar ilerledikçe filmin alt metininde yatanları bulması hedeflenir.
2018 yapımı ‘3 Faces‘ adlı filminde ise İran’ın kadınlara karşı bakışını ele almaktadır, bir kadının daha cinsiyetinin farklılıklarını fark etmeden ona anne ve eş rolü uygun görülen bir toplumda konservatuar sınavını kazanan bir genç kızın, oldukça katı normlara sahip olan ailesini üniversiteye gitmek için ikna edememesi sonucunda köye gelen bir yönetmen ve bir oyuncunun ellerinden geldiğince olaya müdahale etmelerine değinmektedir. ‘Dayereh’ adlı filminde ise aileleri tarafından kabul edilmeyen, işsiz ve okumamış genç kızların, ahlak polisleri tarafından toplumun namusu ve şerefi korunacağı düşünülen bir ülkede hayatta kalabilmeleri için onlara sunulan meslek fahişeliktir, toplumun şahsiyetine oldukça önem verilen bir ülkede fahişelik yapmak suçtur ancak muta nikahı kıyarak fahişelik yapmanızda herhangi bir sakınca yoktur. Bir yerde kadının rollerini belirleyen erkekler ise orada kadınlar daha çok metalaşır, bir toplumda kadının görevi sadece erkeğin cinsel isteklerini karşılayabilmek ise orada fahişelik mesleği artış gösterir, fahişelik mesleği ile erkeklerin eğitim seviyesi arasında doğru bir orantı vardır, bir toplumda erkekler ne kadar kendilerini hem manen hem de madden eğitebilmişler ise o toplulukta fahişelik mesleği o kadar az görülür ancak bir toplumda erkekler kendilerini hem manen hem de madden eğitememişler ise o toplulukta kadın sadece bir doğum makinesidir, hizmetçidir, tatmin aracıdır, çok kolay bir şekilde fahişe yaftasına vurulabilecek bir pozisyondadırlar. Ne yazık ki günümüzde, postmodernitede kadının toplum içerisindeki pozisyonunu ve konumunu belirleyen kadınların kendileri değil, özellikle de eğitimsiz erkeklerdir, kadınların kaderi cinsel organı ile ağzı yer değiştirmiş olan erkeklerin ellerine bırakılmış bir vaziyettedir.

Tehran, Iran: Jafar Panahi, Iranian filmmaker and director having tea on the balcony of his Tehran apartment. His latest film Offside focuses on Iran’s social ills and why football is only for men. His films are banned in local theaters in Iran. (Photo by Kaveh Kazemi/Getty Images)
Ne yazık ki kadınlar henüz kendilerini gerçekleştirememişlerdir. Kapitalizm sadece üretim araçlarını ve ilişkileri değiştirip dönüştürmemiştir. Aynı zamanda cinsiyetleri de, cinsiyetlerin görevlerini de değiştirip dönüştürmüştür. Bugün hala kadınlar kendilerini bir erkek aracılığı ile gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar, bireysel olarak kendilerini gerçekleştirebilmek için onlara sunulan imkan oldukça kısıtlıdır veya kendilerini gerçekleştirmek için harekete geçmeleri konusunda içerisinde yaşadıkları aileler birer motivasyon kaynağı değildirler. Kadınlar kendi rollerini belirlemek için seçenekler yaratmalarına izin verilmeksizin, daha doğar doğmaz aileleri tarafından onlar için roller belirlenir ve o rollere uygun bir şekilde yetiştirilmeye çabalanırlar, ancak kadınlar kendi rollerini seçebilme cesareti göstermelidirler, onlara uygun olarak görülen ancak kendileri için uygun olmayan rolleri reddedebilmelidirler. Bunun için de kendilerini her yönden eğitebilmelidirler, yetiştirebilmelidirler. Nasıl ki bir toplumdaki erkeklerin eğitim seviyesi ile fahişelik mesleği arasında doğru bir orantı var ise, bir toplumda yaşayan kadınların eğitim seviyesi de fahişelik mesleğinin yaygın olup olmamasında oldukça etkilidir. ‘Erkektir yapar’ zihniyetine sahip olan kadınlar yarınların anneleridirler, kadınların ilk önce kendilerine karşı kaybetmiş oldukları saygılarını bulmalı gerekmektedir, kadınlar kendilerini ikinci cinsiyet olarak görmemelidirler, kadınlar kendilerini tamamlayabilmek için erkekleri bir aracı olarak görmemelidirler çünkü bu durumda da erkekler metalaşır. Erkekler bir para kaynağı değildirler, bir kadının konfor alanını sağlayabilmek için sadece yaratılmamışlardır, kadınların erkeklerden beklentileri ne kadar fazla maddileşirse o kadar fazla kadınlar da metalaşır. Eğer bir evlilik kapitalist temelli ise ve o kurulacak ailede geçimi sağlayan sadece erkek ise kadın sadece orada bir metadır, maldır, mülktür. Kadınların erkeklerden beklentileri erkeklerin kadınlardan beklentilerini etkiler, eğer bugün kadınların vitrinlerden çıkmalarını artık istiyorsak ilk başta yapmamız gereken şeylerden birisi de erkekleri para ile aynı torbaya koymamak olacaktır. Nasıl ki bir işçinin emeği ile üretmiş olduğu ürünün giderlerini aynı kefeye konulursa, işçinin üretmiş olduğu ürüne dönüşeceği gibi bir erkeği de kazanmış olduğu para ile aynı kefeye koyarsanız erkekte kazanmış olduğu paraya dönüşür. Erkek bir cinsiyet olmaktan çıkar sayılara dönüşür, bir erkeğin toplumdaki varlığı sayısal olarak değerlendirilir, eğer bugün erkeklerin ceplerinin genişliğinden daha çok akıllarının genişliğine baksaydık çok farklı bir toplum içerisinde yaşıyor olabilirdik.
“Sanat sanat içindir” anlayışından ziyade “sanat toplum içindir” anlayışını benimseyen Cafer Pehani, iktidardakiler tarafından örtülmeye çalışılan her ne varsa apaçık bir şekilde filmlerinde yer verir ve devlet tarafından zihinleri uyuşturulan, gözleri kör edilen, kulakları sağır edilen halkı filmleri aracılığı ile uyandırmaya çalışmaktadır. Devrimci bir kişiliğe sahip olduğundan dolayı kimi zaman iktidardakiler tarafından filmler çekmesine izin verilmeyen İranlı yönetmen asla sinemadan vazgeçmemiş, imkanları dahilinde filmler çekmeye devam etmiştir. Bunun en güzel örneği de fenomolojik bir temeli olan 2011 yapımı ‘This Is Not a Film’ adlı filmidir. Sinemayı ideolojik bir aygıt olarak kullanan Cafer Pehani, dönemin nabzını iyi bildiğinden dolayı, içerisinde yaşadığı toplumu uyandırabilmek için çağın ruhu olan sinemayı tercih etmiştir. Onun için sinema politik düşüncelerini aktarabileceği bir araçtır. Sinemayı silah olarak kullanan yönetmenlerden birisidir.
Cafer Pehani düşüncelerde yalnız olmadığını bilmek için belgesel tadında 2015 yapımı “Taksi Tehran” filmini çekmiştir. Pehani bu sefer kameranın arkasında değil, önündedir, şoför koltuğuna geçmiştir, bir gün boyunca taksicilik yaparak yolcularının fikir yapılarını kayda alır. Bu yolculukta İran’a dair bir çok şey öğreniriz, bunlardan bir tanesine örnek verecek olursak İran’daki sinemanın konumudur. İran tıpkı arabalarda olduğu gibi sinemada da ülkesine yabancı ülkelerin filmlerini sokmamaya gayret göstermektedir ve ‘yasaklı’ olarak adlandırılan ihraç filmler gizli bir şekilde satışları gerçekleştirilmektedir. Onun haricinde toplumun batıl inançlarına da şahit olmaktayız, eğer bir ülke kaderini batıllara bağlıyor ise o ülke itaat etmekte sıkıntı yaşamaz. İtaat etmeye batıl inançlar bağışıklık kazandırır, tıpkı filmdeki gibi bir balığa yaşamını endeklesyen insanlar, yaşamları tehdit altına girmemesi için içerisinde yaşadığı toplumda bulunan iktidarın isteklerini dogmatik bir tarzda benimserler ve hiç kitap girmemiş bakire olan zihinleri ile itaat ederler. Kendi zihin kütüphanesini kurmaya cesaret gösteremeyen insanlar hayatta kalabilmek için başkalarına ihtiyaç duyarlar, başkalarına itaat ederler.
Makale ve propaganda niteliğinde olan filmler çeken Cafer Pehani, içerisinde yaşadığı toplumu değiştirmeyi hedeflemektedir. Çekmiş olduğu filmler ile toplumdaki insanların dışarıdan nasıl gözüktüğünü beyaz perdeye projekte eden Cafer Pehani, seyircilerinden yapmış oldukları ve yapmaya devam ettikleri davranışlarının farkına varmalarını ve kendilerine tabiri caizse çeki düzen vermelerini, fikirlerini değiştirmelerini, düşünce yapılarını yeniden inşa etmeleri gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır. İçerisinde yaşadıkları toplumun ve o topluma egemen olan iktidarın yaptıklarını fark etmelerini ve bu fark ediş ile birlikte bireysel olarak fark yaratmalarını hedeflemektedir. En zor kısım da burasıdır, bazı olayları ve durumları fark ettirebilmek ve fark ettikten sonra fark yaratmaları için insanları güdüleyebilmek çok zordur. Ancak mesele de zoru başarabilmektir çünkü bir insan ancak farkını fark ettikten sonra farklı olur ve bu farkındalık ile birlikte fark yaratmaya cesaret eder ve aynılaşmış bir toplumun içerisinde yaşayan aynalaşmış olan insanları uyandırabilmek için harekete geçer, mesele fark ettirebilmektir ve bunu da ünlü yönetmen başarmıştır.
Her olay ve durum karşısında İran’ın koymuş olduğu yasakları ve yasaları filmleri aracılığı ile hiçe sayan yönetmen, aynı zamanda bir politikacıdır. Cafer Pehani’ye göre sinema tıpkı bilimde de olduğu gibi politikanın şemsiyesi altındadır, bu argümanımızı doğrulayan kanıtlar ise Hitler Almanya’sında ve Mussolini İtalya’sında çekilen filmlerdir. Sinema atom bombası niteliğindedir, ruhların imhasını gerçekleştirir, özellikle de sinema eğer bir ideolojiye hizmet ediyorsa o zaman yönetmenler kesinlikle sarı ayakkabı giymektedirler.
İran’ın Yılmaz Güney’i seni seviyoruz!