Home > İnceleme - Analiz > Bir Sanatçı Biyografisi Nasıl Yapılmaz: A Complete Unknown

Bir Sanatçı Biyografisi Nasıl Yapılmaz: A Complete Unknown

Bob Dylan şüphesiz sadece bizim çağımızın değil bütün insanlık tarihinin en önemli sanatçılarından biridir. Hem Pulitzer hem Oscar hem Grammy hem de Nobel ödülüne sahip olan tek kişi olarak bütün modern kültür üzerinde etkisi bulunan ikonik bir sanatçıdır. Sadece bir şarkıcı olarak değil de kültür mimarı olarak bakmak çok daha yerinde olur çünkü 1940’larda başlayıp da modern kültürü yaratan beat kuşağının dünyasının edebiyattan şarkıya geçmesinde bir nevi köprü görevi görmüştür. Meşhur Howl şiirinin yazarı Allen Ginsberg ile çok yakın arkadaş olan Dylan Beat akımı ile mentalitesini şarkılar ile buluşturup sadece bir ozan olmanın çok ötesine geçerek modern kültürü yaratan mimarlardan biri olmuştur. Bunu yaparken çok önemli şahsiyetleri etkileyerek bir orkestra şefi görevi de görmüştür. Örneğin Beatles üyelerini ayrı ayrı çok etkilemiştir hatta onları 1964’te Mariuhanaya başlatan Dylan’dır. Bu da aslında bir nevi Beatles’ın zirveye ulaştırdığı psikedelik müziğin temellerinin Dylan etkilerine dayandığını gösterebilir.

Böyle önemli bir sanatçının hayatıyla ilgili biyografik bir film yapmak aynı anda hem çok riskli hem de bir o kadar basit olabilir. Riskli olmasının sebebi hali hazırda bu kişinin dünya üzerinde ciddi bir hayran kitlesi olması ve ikonikliğidir. Bu durum yönetmeni bir külfet altına sokabilir fakat aynı zamanda bu bir fırsat da olabilir çünkü hali hazırda hayran kitlesi olan bir insan üzerine film yapmak müşterinin hazır olduğunu göstermektedir. Tüm bunlara rağmen gerçekten çok kötü bir film yapan James Mangold’u takdir etmek gerekmektedir. 130 yıllık sinema tarihinde zaten hali hazırda milyon tane örneği bulunan biyografik sanatçı film türüne rağmen böyle bir işi berbat etmek pek az yönetmene nasip olur. Biopicler esasında bir formüle bağlıdır ve pek çok filmde bu formül uygulanarak müthiş filmler olmasa da ortalama üstü keyifli filmler ortaya çıkar. Bu formülü reddedenler de yaratıcı yöntemler bularak sağlam filmler ortaya koyar. James Mangold ikisini de başaramamış.

A Complete Unknown 2

A Complete Unknown aslında iyi bir açılışla başlıyor çünkü bizi direkt bir yan hikayeye atarak aslında iyi bir kurmaca oluşturuyor. Folk şarkıcısı Woody Guthrie ve Pete Seeger ile oluşturulan yan hikaye Bob Dylan’ın hayatında önemli bir yer edinen bu şarkıcılar üzerinden farklı bir hikayeye yol açmayı sağlıyor fakat çok hızlı bir şekilde bu durumu bozuyor. Edward Norton’ın oynadığı Pete Seeger karakterinin Bob Dylan’ı ne ara benimsediğine yönelik karakter gelişimine dair hiçbir şey göremiyoruz. Bir anda Dylan’ı oğlu gibi benimseyen Pete Seeger’ın bu hali için yeterli alt plan oluşturulmuyor ve asıl hikayeye girmek için acele bir yol izlenmiş gibi hissettiriyor. Bu anlardan sonra film iyice yokuş aşağı düşüyor. Zaman atlamaları çok belirsiz ve karakter gelişimine hizmet etmeyecek biçimde ortaya atılmaya başlıyor. Sonrasında Monica Barbaro’nun oynadığı Joan Baez ile yeniden farklı bir hikayeye girilmeye çalışılıyor fakat yine hüsran. Filmin bu kısımları çok kötü bir formül takip ediyor. Belirsiz zaman atlamaları ve hemen sonrasında gelen şarkı sahneleri. Şarkı söyleme sahnelerinde de göze batan bir unsur olarak her şarkı sahnesinde istisnasız Bob Dylan şarkıyı söylerken kamera onu dinleyenlere çevriliyor ve hepsinin yüzünde gururlu duygusal bir bakışla beraber yakın çekim alınıyor. Pete Seeger’a yakın çekim bakışlarda öyle gururlu bir surat ifadesi var ki insan acaba Bob Dylan Pete Seeger’ın çocuğu mu diye düşünmeye başlıyor fakat bu kadar benimsemesini açıklayabilecek herhangi bir alt plan bize film boyunca yeterli bir şekilde gösterilmiyor.

Karakter gelişiminin hiçbir derinliğini göremiyoruz. Hep zaman atlamaları ve şarkı sahneleri olarak ilerliyor ve bu zaman atlaması oldukça belirsiz oluyor çünkü karakter gelişimini göremiyoruz. Şarkı sahnelerinden şarkı sahnelerine görüşen Joan Baez ve Bob Dylan bir anda alakasız bir şekilde öpüşmeye başlıyorlar ve akabinde sevişiyorlar fakat bize bu duygu gelişimini gösteren hiçbir plan gösterilmiyor. Ki bunu göstermek normal bir filme göre daha önemlidir çünkü bu bir biyografi filmidir. Biyografi filmi anlattığı kişinin gelişimini göstermeli ve bize onu tanıtmalıdır ki filmin bir anlamı olsun fakat bu film böyle bir şey yapmaya anladığımız kadarıyla gerek görmemiş. Bütün film boyunca Bob Dylan hakkında tek bildiğimiz ve hatta o bile şüpheli olan bilgi geçmişte lunaparkta çalışması oluyor. Bari bilgi vermese de bir karakter gelişimi göstersin diyoruz o da olmuyor. Bob Dylan’dan daha çok sevgililerini görüyoruz ve onlarla arasındaki ilişkiyi de çok yarım bir biçimde işliyor. Film boyunca zaman atlamaları sevgilileri arasında dolaşmasını ve şerefsiz kişiliğini izliyoruz. Bob Dylan başta nasıl bir ruhtaysa sonda da aynı ruhta bitiriyor. Karakter gelişimini göstermemeye yemin etmiş bir film.

Yine bir karakterler arası ilişki gelişimi eleştirisi olarak Bob Dylan’ın kariyerindeki ilerleyişe dair de ciddi eksikler görülüyor. Müzik yapımcısıyla arasındaki iletişim nasıl ilerledi hiçbir şey bilmiyoruz. Bir anda Dylan’ı stüdyoya sokuyorlar.

Bunlardan ayrı olarak döneme yönelik ögeler de göremiyoruz. Örneğin Bob Dylan’ın beat kuşağı ile Allen Ginsberg’le iletişimini göremiyoruz, Beatles üyeleriyle arkadaşlığını göremiyoruz, dönemin siyasal olaylarını derinlikli biçimde kurmacaya hizmet edecek şekilde göremiyoruz. Sadece Kennedy ve Malcolm X suikastlerinden bahsediyor ve elektro gitara geçme motivasyonu olarak bu sebepleri hızlıca ve mantıksızca ortaya atıyor. Bu kadar yüzeysel, basit bir siyasal dönem özeti yapmak gerçekten oldukça emek istiyor çünkü filmin senaryosunda beslenebilecek bir şekilde 60’ların ciddi bir siyasal ve kültürel kaosu var. Ne tarafından bakarsak bakalım elimizde kalan bu berbat biyografik film, dönemin siyasal ve kültürel olaylarını işleme konusunda da sınıfta kalmayı bırak sınıfa katılamıyor bile.

Filmde bu dönemi yansıtamama olayı ayrıca görüntülerle de birleşiyor ve izleyen bir insan 60’larda olduğunu hissedemiyor. Bu filmin 2025 yılındaki bir sanatçıyı anlatacak şekilde olduğu bir durumda göze çok batacak ve rahatsız edecek çok unsur yok. İnsan 60’ların o havasını hissedemiyor. Örneğin Tarantino’nun Once Upon a Time in Hollywood’unda 60’ların o havasını çok derin bir şekilde hissedebiliyorduk gözlemleyebiliyorduk. İki filmi yan yana açıp karşılaştıran bir çocuk bile bu gözlemi çok rahatlıkla yapabilir.

Bütün bunlardan sonra oyunculuklara da değinmemiz gerekir. Timothee Chamalet ve Edward Norton evet çok iyi oyuncular fakat bu filmde biraz kasıntı oynatıldıklarını görmek gerekir. Özellikle Chamalet şarkı söylerken Bob Dylan’ın o hafif sessiz mırıldanma tavrını yansıtabilmek için çok kasıntı bir oyunculuk izletiyor. Bu zaten dayanılmaz filmi daha da dayanılmaz yapıyor.

Bob Dylan’ın aslında o zamanlarda ne kadar ünlü olduğunu da film bize gösteremiyor. Sanki ortalama ünlü bir sanatçı izliyor gibi hissediyoruz halbuki Beatles ve Rolling Stones ile beraber dönemin en ünlü sanatçısı olan Bob Dylan’ın o ünlülüğüne tanıklık edemiyoruz. O adamın öyle tanınmadan sokakta rahatça yürüyebildiği hatta bir de atlayıp motorla tek başına bir yerlere gidemeyeceğini, dönemi ve Bob Dylan’ın ünlülük seviyesini bilen herhangi biri anında fark edebilir. Belki Beatles’ın Beatlemaniası kadar olmasa da Bob Dylan da o sırada ünlülük konusunda dünyada zirve insanlardan biri. 1- Beatles, 2- İsa, 3- Bob Dylan. Yönetmen de bu durumu fark ederek barda müzik dinlerken tanındığı bir sahne koymayı akıl etmiş fakat bu yeterli olmuyor.

Bu film gerçekten bir filmin sahip olması gereken hiçbir şeye sahip olmayarak bir devrim yapıyor. Karakter gelişimi yok, dönemin kültürel analizi yok, biyografisi yapılan kişiyi tanıtmaya yönelik hiçbir girişim yok, dönemi görsel olarak yansıtma yok, yan hikayeleri orantılı ve dengeli biçimde ilerletmek yok, doğal oyunculuklar yok, karakter ile çevresindekilerin ilişki gelişimi yok kısacası hiçbir şey yok. Kesinlikle kafası bir hayli karışık ve ciddi derecede kötü olan bir film. Bob Dylan’ın erken ölmesine sebep verebilmesi ihtimalinden korkuyoruz. Bu kadar büyük ve derin bir potansiyelin yok edilmesini de oldukça devrimci bulup tebrik ediyoruz.