Home > İnceleme - Analiz > İnceleme: Khrustalyov, My Car!

İnceleme: Khrustalyov, My Car!

İktidarın ve Kaosun Anatomisi: Aleksey German Sinemasında Bedenler ve Tarih

Khrustalyov, My Car!

Aleksey German’ın Khrustalyov, My Car! filmi, yalnızca bir tarihsel dönemin belgesi değil; zamanın kendisinin, iktidarın ve insan ruhunun bir deneyimi olarak yorumlanması gereken bir sinema filmidir. Film, Stalin’in ölümüne günler kala geçen olayları, sıradan bir askeri doktor olan Yuri Klenski’nin hayatı üzerinden aktarırken, izleyiciye adeta bir tarihsel halüsinasyon sunar. German, geçmişi anlatmak için kronoloji ya da bir zaman sırasını izlemez; aksine, dönem atmosferini, karakterlerin içsel boşluklarını, paranoyayı ve toplumsal baskıyı kameranın her hareketine, sesin her tonuna, ışığın her kırılmasına sinmiş biçimde aktarır. Bu, yalnızca bir anlatım değil; tarihle, insanın iktidar karşısındaki kırılganlığıyla, unutulmuş bedenlerin sessiz çığlıklarıyla kurulan bir diyalogdur.

Film boyunca Klenski, hem kurban hem sistemin parçası olarak konumlanır. Onun üzerinden görülen, Stalin’in ölümüne yaklaşırken devletin damarlarına sinmiş korku ve paranoyadır. Klenski’nin yaşadıkları, bir bireyin kaderinin ne kadar rastlantısal ve kırılgan olduğunu gösterir; çünkü bir anda özgürlüğünü kaybedebilir, bir anda ise tekrar kazanabilir. Hayatın bu akışkanlığı, bir yandan grotesk, bir yandan da trajik bir komediye dönüşür. German’ın dünyasında, bir karakter konuşurken arka planda başka bir sahne yaşanır; bir çocuk ağlar, bir asker bağırır, bir kapı çarpar. İzleyici sürekli olarak nereye bakacağını, neye odaklanacağını şaşırır; ama işte bu kaybolmuşluk, dönemin gerçekliğinin en somut yansımasıdır. Tarih, burada yalnızca arka plan değildir; sürekli müdahale eden, nefes alan bir varlıktır.

Filmdeki mekânlar ve kostümler, rastgele seçilmemiştir. 1950’lerin Moskova’sında kullanılan tıbbi aletlerin birebir kopyaları, buzlu camlardan sızan loş ışıklar, karakterlerin üzerindeki ağır paltolar ve gölgeler, tümüyle dönemin psikolojik ve fiziksel atmosferini hissettirmek için tasarlanmıştır. German, izleyiciyi bir anlamda yalnızca seyirci değil, o dönemde yaşamış bir özneye dönüştürür. Kamera, uzun planlar ve sürekli hareket eden çekimlerle izleyiciyi adeta bir labirentte dolaştırır; hiçbir sahne tamamen güvenli değildir, hiçbir köşe boş değildir. Bu, estetik bir tercih olmaktan çok, tarihsel gerçekliği deneyimleme biçimidir.

Kaos ve karmaşa, filmde yalnızca estetik bir unsur değildir; bir varoluş durumudur. Kıtlık, keyfi cezalandırmalar ve devletin her an müdahale edebileceği bir düzenin içinde birey, hayatta kalmak için reflekslerini, küçük hazlarını ve bedeninin duyularını savunma mekanizmasına dönüştürür. Bu yüzden filmde yemek yeme, içki içme, bağırma gibi sahneler yalnızca rutin davranışlar değil, birer hayatta kalma ritüelidir. German’ın aşırı yakın planları sayesinde izleyici, karakterlerin nefesini, terini, tükürüğünü adeta hisseder. Burada tarih fiziksel bir deneyim hâline gelir; kaybolmuş bir ruhun, baskı altında ezilmiş bedenlerin şifreli dili çözülür.

Filmdeki zaman algısı, düz bir zaman sırasına bağlı kalmaksızın, anların iç içe geçmesiyle biçimlenir. Diyaloglar kesik kesik akar, sesler ve görüntüler bir bilinç akışı gibi iç içe geçer. Bu, izleyiciyi yalnızca seyirci olmaktan çıkarır; onu, bir tarihsel rüyanın içinde kaybolmuş bir özneye dönüştürür. German, tarihin tekdüze bir anlatıya indirgenmesini reddeder. Çünkü tarih, onun için bir belge değil, yaşayan bir organizmadır; nefes alır, titrer, bazen kırılır. Klenski’nin serbest bırakıldığı anlar, Stalin’in ölümünün hemen ardından gelen bir “tuhaf normalleşme” olarak sunulur. Bir gün hücrede çürürken, ertesi gün arabanız çağrılır. Hayatın yönünü değiştiren adalet değil, yalnızca iktidarın keyfiliğidir.

Film aynı zamanda insanın tarihle kurduğu varoluşsal ilişkiye dair derin sorular sorar. Klenski’nin kaderi, bireyin kendi iradesiyle değil, tarihin ve iktidarın acımasız akışıyla belirlenir. Her sahne, izleyiciye insanın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatır; ne kadar güçlü, bilgili ya da ayrıcalıklı olursa olsun, birey iktidarın ve tarihin çarkı içinde ezilebilir. Bu trajedi, yalnızca Sovyet dönemine özgü değildir; her totaliter sistemde, her baskıcı yapı içinde tekrar eder. German, bunu göstermek için karakterlerin bedenini, sessiz tepkilerini, gözle görülmeyen ama hissedilen titremelerini kullanır. Bu sayede film, tarih ve felsefenin birleştiği bir alana taşınır; izleyici hem düşünmeye hem de hissetmeye davet edilir.

Estetik olarak film, gri, kahverengi ve kirli beyaz tonlarıyla Sovyet kışının soğuk ve rutubetli atmosferini taşır. Kamera çoğunlukla omuz hizasında ya da hafif alttan çekimlerle karakterleri gösterir; bu, hem baskı altındaki konumlarını hem de izleyicinin sahnede adeta içinde olma hissini pekiştirir. Mekânlar kalabalık, sesler birbirine karışmış, diyaloglar üst üste binmiş halde sunulur. Bu, seyirciyi rahatsız eder, yönsüz bırakır; ama German’ın amacı da tam olarak budur. Kaosun içinde, bireyin yalnızlığı ve iktidarın her an müdahale edebileceği bir dünyada hayatta kalma mücadelesi daha net anlaşılır.

Film boyunca görülen grotesk ve absürd sahneler, yalnızca estetik bir tercih değil, devletin yarattığı mantıksız ve sürekli tehdit eden ortamın bir yansımasıdır. İçkinin, bağırışların ve ani şiddet patlamalarının iç içe geçtiği sahnelerde, izleyici hem tedirgin olur hem de tarihsel sürecin birey üzerindeki etkisini hisseder. Kaçınılmaz olan, bireyin er ya da geç devletin dişlileri arasında öğütülmesidir ve bu öğütülme, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve ahlaki bir çözülmedir. German, bunun görselleştirilmesinde aşırıya kaçar, ama bunu yaparken izleyiciyi rahatsız etmekten çekinmez; çünkü rahatsızlık, tarihin ve iktidarın gerçekliğinin farkına varmanın bir aracıdır.

Aleksey German’ın Khrustalyov, My Car! filmi, yalnızca bir dönemin çarpıcı tarihsel tablosu değil; aynı zamanda bireyin devlet karşısında kayboluşunun ve iktidarın insan bedenine kazıdığı izlerin görsel bir ağıdıdır. Film boyunca izleyici, hem grotesk bir kâbusun içine çekilir hem de tarihin soğuk yüzüyle hesaplaşmaya zorlanır. Çürümüşlük, paranoya ve şiddet, gündelik hayatın sıradan anlarına sızarak onları dönüştürür. German’ın bilinçli olarak kurduğu bu kaotik estetik, seyircide rahatsızlık uyandırırken aynı zamanda tarihsel bir uyanışa da davet eder. Çünkü bu film, yalnızca Stalinist dönemin dehşetini anlatmakla kalmaz; her dönemde, her toplumda iktidarın varoluşu tehdit eden gölgesini hatırlatır. Khrustalyov, My Car! bu açıdan bir tarih dersi değil, tarihle yüzleşmeye zorlayan, insana kendi çağını yeniden sorgulatan bir sinema deneyimidir.