Kuşku götürmeyecek bir gerçek olarak 2.Dünya Harbi insanlık tarihinin gördüğü en korkunç ve ilgi çekici hadiselerden biridir. Sosyopat liderlerin, hala tarihe emanet edemediğimiz katillerin aşırılıklar devridir. Yazarların ölümüne yol açtığı gibi doğurdukları da olmuştur. Bir kuşağı kapatıp yeni bir kuşağın varolmasına yol açmıştır. Zweig’ı öldüren çağ Beat’leri ortaya çıkararak belki de bir nevi reenkarnasyona yol açmıştır.
Beat Kuşağı yüzeysel bir bakış açısıyla incelendiğinde sadece üç kişinin başı çektiği bir edebi oluşum gibi görünse de aslında çok daha kompleks bir yapı olarak medeniyetin ve dolayısıyla modern kültürün her damarına girmiştir. Müzik, tiyatro, edebiyat ,felsefe, sinema gibi pek çok disiplinin içine illaki bir ajanını bırakmıştır. Savaş sonrası Amerika’sında ortaya çıkan bir kafa yapısı günümüz kültürünün Vitruvius’udur. Özellikle 60’lar sonrası müziğin, gençlik hareketinin, cinsel devrimin yaratıcı ideolojisidir. Oradan geldiğini söylemesem de Beatles’ın isminin biraz ipucu vermesi gerekir.
Beat Kuşağı diye adlandırdığımız edebi oluşum 50’lerde Amerika’da üç kişinin öncülüğünde asıl özgünlüğüne ulaşmıştır.Bu kişiler Jack Kerouac, Allen Ginsberg ve William Burroughs’dur. Jack Kerouac’tan On the Road, Allen Ginsberg’den Howl, Bill Burroughs’dan Naked Lunch; Koca bir külliyatın başlıca kutsal kitaplarıdır. Bu kitaplar koskoca bir kültürü baştan inşa etmiştir ve bu yüzden koskoca bir kültür kadar da saygı duyulmalıdır.
Öncelikle Beat Kuşağının ne olduğunu genel bir biçimde tanıtarak başlamak istiyorum çünkü aslında hepimize tanıdık olan bir kafa yapısını sanat üzerine dökebilen bir topluluktur onlar.Aslında topluluk da diyemeyiz çünkü oldukça başlarına buyruk ve serseri insanlardır. Bir gün kafalarına eser otostopla beş parasız Amerikayı dolaşırlar bir gün kafalarına eser bir gemiye atlayıp Manş Denizi’ne çıkarlar. Oldukça anlık yaşarlar fakat bu anlık yaşamaları arada bir durup da bunları kayıt altına almalarını engellemez. Belki de yazım işlemini onlar için bir dinlenme olarak görmek de yanlış yoktur. Jack Kerouac opus magnumu olan On the Road romanının yazımını sadece 2 haftada tamamlıyor. Buradan çıkacak bir öngörüyle bu romanın novella diyebileceğimiz bir kısa roman olduğunu düşünebilirsiniz ama 500 sayfalık bir eserdir. Tam iki hafta boyunca kafein bombaları ve jazz müzik ile Charlie’nin altosu ile yazmıştır 500 sayfayı. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan kitap Amerikan Edebiyatının dönüm noktalarından biridir. 2 haftada dönüm noktası çıkartabilecek kadar hızlı ve anlık bir kuşak. Beat Kuşağı hepimizin iyi bildiği o hippilik felsefesinin sanata yansımasıdır. Bu adamlar bizim bildiğimiz beyefendi yazar kişiliğinde değillerdir ve bu kişilik algısını da yok edip parçalamışlardır. Beat Kuşağı anlık yaşamaktır cebinde ne olduğunu düşünmeden yolları düşünmektir. Hava karardığında etraf sessizleştiğinde Charlie Parker ve Dizzy Gillespie ile insansılığa karşı çıkmaktır.
Eskiye Dönüş
Beat kuşağı eskiyi yıkmış gibi gözükse de yıkmadıklarından da bir o kadar etkilenir. Bu kişilerin eserlerinde eski Amerikan edebiyatına oldukça gönderme vardır. Beat Kuşağının Henry David Thoreau, Mark Twain,Ernest Hemingway gibi Amerikan üstadlardan etkilendiğini biliyoruz. Zaten en yıkıcı ve değerleri yok eden insanlar bile eskiye bağlı olmak zorundadır. Her yıkıcı aynı zamanda bir yapıcıdır ve yapmak için bir miktar geriye dönmek gerekir. Aslında beat kuşağının ortaya koyduğu şey daha önce de ortaya çıkmaya başlamıştı zaten bu işler kümülatif ilerlemek zorundadır.
Örneğin Jack London’ın eserlerinde de başabuyruk bir biçimde trenlere atlayıp sadece ama sadece yolu düşünmek vardır. Bu zaten hali hazırda olan bir kafa yapısının sanatta tezahürüdür ve bu kafa yapısını beat kuşağı ortaya çıkarmadı. Savaş sonrası bu kafa yapısının yükselmesinin sanatta sonucu oldular ve yaygın bir motto haline getirdiler. Geçmişteki üstatlara duydukları ilgiye örnek olarak Jack Kerouac bir röportajında yeraltı edebiyatının kurucusu olarak görülen Louis-Ferdinand Céline’i sarhoş bir biçimdeyken oldukça övmesini gösterebiliriz. Biliriz ki sarhoşken duygular daha açığa vurulur. Beat Kuşağı ayrıca belli başlı filozoflardan da etkilenmiştir. Örneğin On the Road romanında anlattığı Neal Cassady, cezaevindeyken Nietzsche’nin felsefesini öğrenmeye çalışan meraklı bir otomobil hırsızıdır. Ayrıca düşüncelerinde Amerikan edebiyatı ve varoluşçu yazarlar dışında doğu kültüründen harmanlar da bulunur.
Serseri mi Entelektüel mi?
Beat kuşağındaki ilginç bir olay onu ortaya çıkartanların bir kısmının o kadar da eser yazmamalarıdır veyahut daha doğru olarak eserlerinden dolayı değil ilhamlarından dolayı anılmalarıdır. Örneğin On the Road romanının asıl kahramanı Neal Cassady bir ilham kaynağıdır. Jack ve Allen’ın Columbia Üniversitesinden arkadaşları Lucien Carr bir ilham kaynağıdır. Bu kadar serseri olan insanların en iyi üniversitelerden birinde okuyabilecek kadar entelektüel olması da ayrıca ilginç bir olaydır. Zaten işin sırrı da burada yatmaktadır. Bu insanlar boş beleş serseriler olduklarından bir gün orada bir gün burada yattıklarından Amerikan edebiyatını değiştirmemişlerdir. Bu adamlar serseri ve değerleri yok etmeyi hedeflemiş entelektüellerdi. O yüzden bu kişileri genel insan davranışı kalıplarına dayanmadan yorumlamak anlamak gerekir
Beat Kuşağının asıl ortaya çıkışı ve insanlık nezdinde önemli olmaya başlaması 1956’da Allen Ginsberg’in Howl adlı şiir kitabına ve 1957’de uzun uğraşlar sonucu Jack Kerouac’ın On the Road romanının çıkmasına dayanır ama tabii ki kendi aralarında bu eylemi başlatmaları toplumun önüne çıkmalarından daha öncesine dayanır. The Six Gallery adlı küçük bir sanat galerisinin sahibi Kenneth Rexroth, halka açık bir okuma organizasyonu kurar. Bu etkinlikte tam olarak 7 Ekim 1955 gününde genç bir adam olan Allen Ginsberg sahneye çıkar ve aynen şöyle der ‘gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla açlıktan geberdiğini’. Böylelikle diyebiliriz ki 7 Ekim 1955 unutulmayacak bir gün olmuştur. Allen Ginsberg son dizelere geldiğinde tezahürat yapan bir Jack Kerouac görürüz arka sıralarda.
Bu etkinlikle beraber artık Beat’ler güçlerini birleştirmeye başlarlar. Lawrence Ferlinghetti’nin yayın evi City Lights bu yazarları toplayarak forumlar düzenlemiştir ve eserlerini yayımlayarak büyük yardımı dokunmuştur. City Lights artık bu akımın başlıca buluşma yerlerinden biri olur ama tabii ki asıl buluşma yeri yollardır.
Yazım Stilleri
Şu ana kadar anlayabileceğiniz gibi Beat Kuşağı yazarları oldukça spontane bir yaşam yaşarlar ve bu zaten ana ilhamları yaşamları olan yazarlar olmalarından mütevellit yazılarına da yansır. Daha önce de söylediğim gibi On the Road romanı 2 haftada yazılmıştır çünkü Kerouac daktilonun başına geçip tamamen spontane bir biçimde yaşadıklarını anlatmıştır ve bunu yaparken daktilo kağıdını bir kere bile değiştirmemiştir. Ayrıca yazı stillerinde Bebop yani jazz müziğin spontane sololar barındıran alt türünün de etkisi görülür. Yazım sürecinde jazz onlar için vazgeçilmez bir ilham kaynağıydı. Kerouac’ın o 2 haftada en çok tükettiği madde kafein değil radyosundan gelen Alto Saksafondu. Yolda yaşayan insanların bu kadar spontane yazmalarına şaşırılmaması gerekir zaten bu akımın ünlü olmasının sebebi de büyük oranda budur. Oturup düşüne düşüne detaylı bir kurgu yazsaydı eskiyi yıkamaz ve böyle değerli olamazdı. Çünkü taklit ederdi ve yeni bir sürece geçmemizin önünü bir yazar daha tıkamış olurdu ve bu oldukça büyük bir zaman kaybı olurdu.
Be-Bop-Be-Bop-Be-Bop-Be-Bop
Beat Kuşağının edebiyattan sonra en çok etkilediği ve etkilendiği sanat türü müziktir. Hatta edebiyat üzerinden ortaya çıkan bir akım olmasa müziği daha fazla etkilemiştir bile diyebiliriz. Şimdi oturun ve 60’lar müziğini düşünün. Beatles, Rolling Stones, The Doors, Pink Floyd. Bu devlerin ana noktası beat felsefesidir. Dinleyenler farkındadır ki bu kişiler de oldukça spontane ve hippi felsefesine yakın insanlardır. İşte bu müzisyenleri ortaya çıkaran düşünce yapısı budur. Tabii ki bu müzisyenler de boş durmadı ve bu düşünce yapısını geliştirdi ve kitlelere yaydı. Müzik olmasaydı hippi hareketi ve beat kuşağı felsefesi bu kadar yayılamazdı. Beat kuşağından net bir biçimde etkilenip yapıtlarında gösterenlerin başında Bob Dylan ve Beatles bulunur. Hatta Bob Dylan ve Beatles üyesi Paul McCartney Allen Ginsberg’le gayet yakın arkadaş insanlardır.Beatles’ın bir diğer üyesi John Lennon ise Jack Kerouac’tan oldukça etkilendiğini belirtmiştir. On the Road onun favori romanlarından birisidir. Hatta John Lennon Beatles isminin Beatten geldiğini Jack Kerouac’a bizzat söylemiştir. Bu ne kadar doğru emin değilim çünkü Beatles isminin kökeni hakkında farklı zamanda farklı şeyler söylendi fakat bu etkilenmenin boyutunu değiştirmiyor. Görebileceğiniz üzere koca bir popüler kültürü yaratan 60’lar müziği beat kuşağına sırtını dayıyor. The Doors’un meşhur melodilerinin yaratıcısı klavyeci Ray Manzarek: Eğer Jack Kerouac “On the Road” eserini yazmamış olsaydı, The Doors asla varolamazdı derken abartmıyordu.
Beat kuşağı evet müziği bu kadar etkiledi fakat etkilenmedi mi diye soracak olursanız buna cevabım: ‘evet belki de etkilediğinden 2 misli fazla’ olabilir. Bütün 60’lar müziğinin beat kuşağına dayanması gibi bütün bir beat kuşağı da jazz müziğe, bebopa dayanıyor. On the Road romanında bile karakterler jazz müziğin histerik çığlıklarında kayboluyorlar. Hatta ana karakter Neal Cassady bir barda saksafon çalınırken kendinden geçip sanatçının dibinde sevinçten ağlayarak bebopun etkisiyle yuvarlanıyor. Charlie Parker ve Dizzy Gillespie’nin başı çektiği bebop türü hızlı, spontane, doğaçlama müzik türü ana ilham kaynaklarıdır. Zaten bu kadar hızlı ve spontane yaşayanlara da bu müzikten başkası gidemezdi ama dediğim gibi onlar entelektüel serserilerdi o yüzden aynı zamanda çoğu klasik batı müziği hayranıydı fakat tabii ki Charlie Parker’ın Donna Lee’sinin onlara daha fazla anlam ifade ettiğinden emin olabiliriz.
Artık Her Şey Değişti
Columbia Üniversitesindeki o gençler artık her şeyi değiştirdi. Günümüz kültürünü onlardan izole düşünmemize ihtimal yok. Dinlediğimiz müziklerin çoğu onların etkisinde ve müzik gerçekten de en güçlü aracılardan biridir. Samimi bir soru olarak acaba yollarda yarını düşünmeden ilerlerken koca bir kültürü bu kadar değiştirebileceğini düşünmüşler miydi? Muhtemelen hayır ama en azından kendi yaşam süreleri içinde değerleri ortaya çıktı ve Franz Kafka’nın yalnızlığında ölmediler. Jack Kerouac dışında hepsi uzun bir zaman boyunca bu değişimi yerinde izleyebildiler. Hatta Burroughs bunu büyük bir alçakgönüllülükle ifade etmiştir: “Beat yazarları, değişimin gerçek mimarlarıdır. Hiç şüphe yok ki ülkede son kırk yıldır yaşanan siyasi ve kültürel değişimin geniş resminin önemli bir parçası olan beat edebiyat hareketinin sonucu olarak, daha özgür bir Amerika’da yaşıyoruz.” Jack Kerouac ise 1969 gibi erken bir yılda bebopun tınılarının peşinden gitti fakat en azından Beatles’ın dünyadaki etkisini gördü ve yaptıkları işin ulaştığı boyutu gözlemleme fırsatı buldu. Sirozdan öldüğünde 47 yaşındaydı.
Kültür 50’lerdeki değişimlerin temelinde yatıyor ve 70 yıldır bu oldukça pekiştirildi fakat belki de yeni bir beat kuşağına ihtiyacımız vardır daha doğrusu beat kuşağını artık tarihi bir organizma yapmayı deneyecek yeni bir şeye pırıltıya ihtiyacımız vardır.Belki de biz de yaşamımızın satırlarında dolanırken aynı 7 Ekim 1955 gününde Six Gallery’de dolanan o kişinin dediği gibi diyebiliriz ‘Artık Her Şey Değişti’. Allen ise devam edecektir paralel evrenin o 7 ekim boyutunda:
gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla açlıktan geberdiğini,
zenci sokakların şafağında gördüm onları bozuk kafalarıyla mal ararken,
gecenin makinesinde yıldızlı dinamo ile eski cennetsel bağ için yanıp tutuşan melek kafalı hipsterler,
yoksulluk ve paçavralar ve sahte gözlerle şehirlerin üstünde yüzen sıcak suyu olmayan ucuz odaların doğa üstü karanlığında yükseğe doğrulup sigara içerken jazzı seyredenler…
Beat Kuşağı Hakkında Bir Takım Filmler
On the Road (2012)
Geçen yıla damgasını vuran hatta belki de geçen senenin tek güzel filmi olan I’m Still Here’ın yönetmeni Walter Salles’ın 2012 yılında yayınladığı On the Road adından da anlaşılacağı gibi Jack Kerouac’ın başyapıtının sinema uyarlamasıdır. Başarılı bir yönetmenin başarılı bir uyarlamasıdır. Kitabı kadar etkili olmasa da beat kuşağının sinemadaki etkilerini görmek açısından güzel bir filmdir.
Howl (2010)
Yine adından anlaşılacağı üzere Allen Ginsberg’ün meşhur şiiri Howl’a dayanmaktadır fakat bu sefer bir filmle değil yarı film yarı belgeselle karşı karşıyasınız. Howl şiirinin yazılış süreci uğradığı sansürler ve mahkeme sahneleriyle dönemin Amerikasındaki tutuculuğu güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Benim kişisel olarak izlediğim en iyi belgesellerden birisidir.
Naked Lunch (1991)
William Burroughs’un opus magnumu Naked Lunch’ın sinema uyarlaması olan bu film hepinizin çok iyi bildiği meşhur yönetmen David Cronenberg’ün bir işidir. Bu filme bir edebiyat uyarlaması veyahut aslını birebir yansıtması gereken bir film olarak bakmak yerine David Cronenberg gibi auteur bir yönetmenin işi olarak bakılması daha sağlıklıdır.
Kill Your Darlings (2013)
Allen Ginsberg ve Lucien Carr’ın Columbia Üniversitesinde tanışması ve beraber başladıkları yolculuğu ardından Jack Kerouac’ın William Burroughs’un onlara katılmasını anlatan bu film kurgusal pek çok öge barındırsa da oldukça keyifli ve beat kuşağının aykırılığını güzel bir şekilde sunan bir filmdir.