İnsanlıktan kesitlerle bezeli senaryoları ölümsüzleştiren Kieslowski’nin enfes üçlemesi olan Üç Renk’ in Mavi’si, hüzünlü ve özgürlükçü, serinin en oturaklı ve dokunaklı halkası olma niteliğine sahip bir şaheser.
Bu seride mavi; özgürlük, beyaz; kardeşlik, kırmızı; eşitlik olarak Fransa’nın bayrağına bu anlamlar sembolize yolla atanmıştır. Filmin adının renginde bütün görsel palet ve filtre şekillenmiştir.
Mavi’ye gelecek olursak teknik anlamda en çok görsel memnuniyete oynanmış ve başarılı olunmuş. Asıl can vurucu olan nokta, hikâyeye gelirsek de bizi hazmetmesi zor, boğazda bir yumru bırakan, oldukça can yakan bir kendini gerçekleştirme hikayesi bekliyor diyebiliriz. Bu bir yas sürecinin tamamlanışı, geçmişten, kontrolsüzlükten, çaresizlikten, kabullenemeyişten maviliğe süzülen bir diriliş öyküsü….
Film bir trajedi, Julie’ nin kızını ve müzisyen eşinin acı kaybıyla, bu filmin hissiyatı üzerine adeta bir uyarı niteliğinde başlıyor ve survivor’s guilt olgusu eşliğinde, Julie’nin intihar girişimine tanıklık ederek başlıyoruz. Bu noktadan itibaren de minik bir feminist esinti de diyebilirsek buna, müzisyen eşinin başarısını gölgesi altında var olamayan Julie, bu sefer hiçbir sınırlama olmadan kendini gerçekleştirme misyonunu baş edilemez bir trajedi ile yerine getirir. Film boyunca Julie’nin acısıyla yüzleşmek yerine, bundan kaçmayı yeğlediğini görürüz. Evini satar, eşyalarını atar, yarım kalan besteyi bile gözden çıkarmıştır. Eşinin iş arkadaşının ona olan hislerini bu tepkisizlikte bir kadın elbette reddedecektir, film realistik bir çizgiden şaşmayarak, karakteri kendiyle çeliştirmemek için elinden geleni yapmıştır.
Julie’nin Alzheimer annesinin karakter olarak işlevi seyircide hüznü arttırmaktan ziyade, Julie’nin yarım kalan anneliğine bir atıfta bulunma olabilir. Julie’nin komşusu ise, Julie’nin aslında ilk etapta vicdanına dokunmayan fakat, karakter gelişimi sonucunda Julie’nin işe yarar bir şey yapma ve geçmişi kabullenme sürecinde ona sağlanan bir yarar ve aşılması gereken bir adım gibi resmedilmiş.
Filmin ikonik Julie’nin elini duvara sürtme sahnesi gerçekten de usta aktris Binoche’un canını yakmış ve Kieslowski’nin diğer eserlerinde de olan yegâne amaç birbirleriyle bağlantısız, deyim yerindeyse yolda karşılaştığımız o “önemsiz” birilerinin ne kadar sofistike hayatlara, hatta gaybdan gelen tesadüfler sonucunda bu hayatların mucizevi yollarla kesişmesi deliliğidir ve bu bir sanat eserinin ulaşabileceği doruk noktalardan biri olarak bu filmde ve üçlemede karşımıza çıkmaktadır.
Yalın bir anlatımı küçük fakat yakalaması güç olmayan, aşikâr sembollerle süsler usta yönetmen Kieslowski. Julie’nin kazadan sonra, önce kızını sorması aslında kızını eşinden daha fazla önemsediğinin bir göstergesi. Julie’nin bu yasa kaçarak ve erteleyerek tepki verişi ise sürekli Julie’nin ağlayamayışı vurgusuyla portre edilmiş. Julie ev değiştirerek, her şeyi çöpe atarak kaçabileceğini düşünse de piyanonun sertçe kapanışı ve yüzüne mavinin, ertelenen yasın vuruşu, sokak müzisyeninin eşinin müziğinden çalışı, fiziki olarak acıyı erteleyebilsek de ruhsal manada bu denli derin bir acının fiziki adımlarla başa çıkılamayacağını gösterir nitelikte, yani geçmişten kaçarsak kovalanırız ebediyen. İçten içe Julie de bu kederle başa çıkmanın her şeyi çöpe atmakla muvaffak olamayacağının bilincinde olmasından ötürü, bu yetersizlik kendini yıkıcılık ve dinmeyen bir öfke olarak vuku bulur ve çaresiz kalır.
Julie bazen tutarsızdır, eşinin iş arkadaşıyla beraber olmasının sebebi belki de acil bir şekilde, yası hazzetmeden kurtulduğunu ve insanlarla ilişkiye girebildiğini kendine kanıtlama çabasıydı. Burada adama karşı yersiz bir kefaret duygusundan da bahsedemeyiz, zira Julie ahlaki bir yanlışa da girişmedi, kendince bir yol çıkışı buldu. Bir başka sevdiğim metafor ise Julie’nin annesinin bungee jumping programı izlemesiyle aslında Julie’nin bunge jumpingde de olduğu gibi önce en dibi, en acıyı ardından da yükselişi, dirilişi görmesiydi. Aslında bu küçük televizyon sekansı ile Julie’nin yolculuğu ustaca resmedilmiş.
Julie’yi kaybolmuş, ruhsal ölümü gerçekleşmiş, aile gibi kaçınılmaz bir ihtiyacı bile bir “tuzak” olarak nitelendiren ve kaza sonrası hayata olan duruşunu eylemsizlik olarak belirlemiştir. Hikâyede Julie’nin karakterinin kırılma noktası aldatıldığını öğrenmesi. Bu öğrenmeden sonra belki de eşine tuttuğu yasın ve sevginin bir azalmasını görüyoruz. Çoğu insan bu durumda, eşinin metresi ve hamile kalan Patricia’ya yardım etmezdi. Fakat burada belki de Julie’nin sessiz çığlıklarının ve kuru gözlerinin bir kefaretini görüyoruz. Belki de o kadar çaresiz ki, eşinden son bir “hatıra” olarak Patricia’ya, ahlaki olarak kendini yüceltmek niyetiyle değil de ne yolla olursa olsun yarasına merhem olması için bu seçimi yapmıştır. İyileşmenin en bariz belirtisi ise peşini bırakmayan yarım kalan besteyi nihai olarak kendi isteğiyle tamamlamak istemesidir.
Mavi, Kieslowski’nin sinema felsefesinin belki de en güzide örneği ve Üç Renk halkasının da en kuvvetlisi. Yasla başa çıkma, geçmişi kabullenme gibi temaları feminist esintilerle bize sunmuş, ortaya unutulması ve tesirinden çıkılması güç bir eser ortaya koymuş.