Home > İnceleme - Analiz > Sonsuzluk ve Bir Gün: Ağlamak ile Başlayan Bir Cümle

Sonsuzluk ve Bir Gün: Ağlamak ile Başlayan Bir Cümle

Ağlamak ile başlayan bir cümlenin içindeyim. Cümlenin içi karanlık. Nefes almak için hava, kaçabilmek için bir yol yok. Her harf cehennemce bakıyor gözlerime. Ateş gözyaşı olmuş donmuş harflerin göz bebeklerinde. Bir film var. Sonsuzca uzakta ve bir gün kadar yakında. Ona ulaşırsam çıkabilirim bu cümlenin içinden ve okuyabilirim ne yazdığını ve anlatabilirim bu filmi birilerine. Olmuyor. Bağırıyorum. Bağırıyorum. Sesim kısılıyor. Sessizlik öyle korkutuyor ki beni, kulaklarımı tıkıyorum. Ve bir müzik duyuluyor etrafta. Affedildim sanıyorum. Kandırılıyorum. Sanrılar içinde ilerideki ışığa varmaya çalışıyorum. Önüme sınırlar çıkıyor. Harflerin sınırları beni başka yerlere götürmeye izin vermiyor. Ben ise koşuyorum bir çocuk hızında ve masumluğunda. Karanlık ve karanlık. Her yer dikenli tellerle örülü. “Korkmak bu cümlenin içinde neden bu kadar olağan?” diye soruyorum. Cevap yok. Bağırıyorum ve sorumu tekrarlıyorum. Ses yok ve bana verilen sadece bir aşk müziği. Bir ülkenin aşkının müziği. Bir ülkenin aşkının kaybının müziği. Yani bir hayat son ses kulaklarımda yankılanıyor. Tutsaklığım özlediğim arkadaşıma ulaşsın diye kalbimi tutuyorum. Kafamı kaldırıyorum ve “A” harfine bir öpücük konduruyorum. Oralı değil ve hiç olmuyor. Ölümü bekliyorum. Ağlamak ile başlayan bir cümlenin içinde tutsakça ölümü tatmak istiyorum. Aşklarımı hatırlamaya çalışıyorum. Güzel bir göz hayali göz bebeklerimde uçuşsun istiyorum. Sadece sınırlar, o lanetli harflerin sınırları gözümün önüne geliyor. Bu cümlenin laneti bana aşklarımı unutturuyor. “Bir şairdim ben!” diyorum. Şairdim. Söz işçisi. Karanlık ve nefessiz bu yerde şiir fayda eder mi diyorum ve deniyorum. Olmuyor. O gözler gelmiyor aklıma. Kurumuşum, kupkuru. Aşk kandırmış ve şiir terk etmiş beni. “İnsan sevmeyi nasıl bilmez?” diyor bir ses ve boylu boyunca oturuyor bir harfin yamacında. Anna, merhaba. Merhaba eski sevgilim. Merhaba ben. Merhaba Anna. Seni öperken burnumda yoğrulan koku yolumu bulmamı sağlıyor. O yaz mavisi ve deniz kokan vücudun bana bir yol oluyor. Merhaba Anna diyorum tekrar. Anna sessiz ve aşkını unutmuş. Şiiri unutmuş şair, ben, sana geldim diyorum, gör beni diyorum. Bakmıyor bile. Artık o bir “A” harfi. Tepkisiz, yani ölü. Yaklaştığım ışık kaçarcasına bana doğru gelmeye başlıyor. Bir çocuğun elinde kristal bir dünya, yani o film, uzaklardan usulca yaklaşıyor, parlıyor. Ben ise fısıldayarak duruyorum. Ölümü ölesiye istiyorum. Çocuk geliyor, ben Anna’yı ve annemi fısıldıyorum. Annem ise beni: “Alexandre! Alexandre!” Çocuk ağlayarak bakıyor bana. Elindeki dünya dönüyor, içindeki film oynuyor. Filmde kendimi görüyorum ve çocuğu. “Ey Selim! Bu gece bizimle olamaman ne acı. Çok korkuyorum Selim. Deniz o kadar büyük ki. Gittiğin yerde bizi ne bekliyor Selim? Hepimizin gideceği o yer neye benziyor? Dağlar mı var, vadiler mi? Polisler mi var orada, askerler mi?”

Ve bir anda ışıklar yanıyor. Harfler kendini gösteriyor. Koşan polisler ve askerler bize küfrediyor. Çocuk, film ve ben ablukaya alınıyoruz. Dövülüyoruz. Kanıyor her yerimiz. Savaşmak istiyoruz ama hep yeniliyoruz. Dövülen çocuğu masumca korumak istiyorum fakat ilk yazdığım şiir bir anda aklıma geliyor. Bencilce mutlu oluyorum. Polis hem dövüyor hem gülüyor ve yine küfrediyor. Bir anda çocuğun elindeki kristal dünya düşüyor. İçindeki biz düşüyoruz. Yerde paramparça oluyoruz. O ışık, o filmin ışığı kaybolup gidiyor ve biz dayak yemeye devam ediyoruz. Yüzü kanlı çocuk “Selim!” diye bağırıyor, ben ise “Anna!” diyerek kusuyorum. Son kez “Anna!” diyorum, “Anna, o deniz kokun denize götürebilecek mi beni?” Müzik duruyor, ışıklar sönüyor ve biz çürüyoruz. Ağlamak ile başlayan cümlenin içinde tutsakça çürüyoruz. Cümle okunamadan kalıyor. Diri, dipdiri. Çürürken son söz hakkı veriliyor bize. Ben “Zaten yarın ölecektim.” diyorum, çocuk ise “Umut var mı?” diye soruyor. Bir kahkaha sesi duyuyoruz. Cümle gülüyor. Ben çocuğa bakıyorum. “Adın ne?” diyorum. Çocuğun ağzından simsiyah bir kan akıyor. O karanlıkta kan bana aydınlık oluyor. Çocuk adını söylemiyor, sadece ağlıyor ve gözümden akan bir damla sel bizi boğuyor. Çürümektense boğuluyoruz ve ölüyoruz. “Umut var mı?” sorusu ise ağlamak ile başlayan cümlenin içinde kaybolup gidiyor. O kayboluş bir nehir oluyor ve tekrarın şehvetinde bağırıyor: “Cevabımı bulmak istiyorum! Ağlamak istiyorum! Anna, seni istiyorum!”

Yazar notu: “Sonsuzluk ve Bir Gün” filmi üzerine bir yazı yazmak şiir yazmaya cüret etmek demek. Şiir yazmaya cüret etmek ise Alexandre olmayı denemek demek. Bu yüzden yukarıda okuduğunuz yazı Alexandre’nın bir ağıtı. Alexandre’nın ağzından sinemasal bir direnişin şiirsel kalıntısı.