Asta Nielsen (11 Eylül 1881 – 25 Mayıs 1972), Danimarkalı bir sessiz sinema oyuncusu olup, 1910’ların en popüler kadın başrol oyuncularından biri ve sinema tarihindeki ilk uluslararası film yıldızlarından biridir (bazı kaynaklara göre ilk uluslararası yıldızdır). Sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran Asta Nielsen, yalnızca sessiz sinemanın değil, tüm yedinci sanatın en özgün ve etkileyici figürlerinden biri olmayı başarmıştır. Kopenhag’da fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Nielsen, genç yaşta tiyatroyla tanışmış ve Danimarka Kraliyet Tiyatrosu’nun oyunculuk okulunda eğitim almıştır. Sinema kariyerine 1910 yılında “Afgrunden” (Uçurum) filmiyle adım atan Nielsen, bu filmdeki cesur ve etkileyici performansıyla dikkat çekmiş ve kısa sürede ün kazanmıştır.
Almanya’da “Die Asta” (Asta) olarak tanınan Nielsen, kariyerinin büyük kısmında burada çalışmış ve filmlerinden 70’ini Almanya’da çekmiştir. Büyük siyah gözleri, maske benzeri yüzü ve narin ama güçlü duruşuyla tanınan sanatçı, genellikle trajik durumlarla çevrili, güçlü iradeli ve tutkulu kadın karakterleri canlandırarak 1910’ların sinema perdesinde bir devrim yaratmıştır. Onun oyunculuğu, teatral abartıdan sıyrılarak doğal bir içselliğe yönelmiş, böylece sinemada modern performansın temellerini atmıştır. Bu yenilikçi yaklaşımı ona “Die Duse des Films” (Filmin Duse’si -aynı zamanda “Filmin Ruhu” anlamına da gelmektedir-) lakabını kazandırmıştır; bu isim, dönemin ünlü tiyatro oyuncusu Eleonora Duse’ye atıfta bulunularak verilmiştir. Nielsen, bir yandan trajik kadın rolleriyle izleyicilerin yüreğine dokunurken, diğer yandan cesur ve bağımsız tavrıyla dönemin sınırlarını zorlamıştır. Peki, bu eşsiz sanatçıyı böylesine unutulmaz kılan şey neydi?
Girişte belirttiğim gibi, Nielsen’ın oyunculuk serüveni, 1910’da Danimarka’da çekilen Afgrunden filmiyle başlamıştır. Filmdeki meşhur “gaucho dansı” sahnesi, onun cesaretini ve beden dilindeki ustalığını gözler önüne serer. Nielsen, bu sahnede yalnızca bir dansçı değil, aynı zamanda derin bir duygusal anlatıcıdır; her hareketiyle izleyiciyi büyüler. O dönemde sinema, tiyatronun gölgesinden sıyrılmaya çalışan genç bir sanatken, Nielsen’ın minimalist mimikleri ve içtenliği, kameranın gücünü keşfetmesini sağlamıştır. Büyük jestler yerine küçük bakışlarla, sessizliğin içinde bile bir fırtına yaratabilen onun işte bu yeteneği, ona “Filmin Duse’si” unvanını kazandırmıştır.
Nielsen, Almanya’da geçirdiği yıllarda rol aldığı filmlerin her birinde kendine özgü bir iz bırakmıştır (IMDb verilerine göre Nielsen toplam 83 filmde yer almıştır). 1920’de Berlin’de kendi film stüdyosunu kurmuş ve özellikle “Hamlet” (1920) filminde başrolü üstlenerek cesur bir adım atmıştır; bu yapımda Hamlet karakteri, bir kadın olarak yeniden yorumlanmıştır. Hamlet, onun sınır tanımaz ruhunu yansıtmıştır. Bu rol, aynı zamanda onun hem oyunculuk gücünü hem de feminist bir vizyona sahip olduğunu göstermektedir. Kendi yapım şirketini kurarak bu filmi hayata geçirmesi ise, onun sanatsal kontrol arzusunun bir kanıtıdır.
Nielsen, sadece bir yıldız değil, aynı zamanda bir yaratıcıydı; bu da onu çağdaşlarından ayıran bir özellikti. Filmleri, erotik unsurlar içerdiği için ABD’de sansüre uğramış ve bu nedenle Amerikalı izleyiciler arasında pek tanınmamıştır. Sesli sinemanın yükselişiyle kariyeri sona eren Nielsen, yalnızca bir sesli filmde (Unmögliche Liebe, 1932) yer almış, ardından sinemayı bırakmıştır. Nazi Almanyası’nın yükselişiyle 1937’de Danimarka’ya dönen sanatçı, sonraki yıllarda kolaj sanatçısı ve yazar olarak hayatını sürdürmüştür. Sinemayı bırakıp kolaj sanatına ve yazıya yönelmesi, onun çok yönlü bir sanatçı olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Hayatından anekdotlar, Nielsen’ın hem kırılgan hem de kararlı doğasının nedenlerini ortaya koymaktadır. Kopenhag’da yoksul bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Asta, çocukken babasını kaybetmiş ve annesiyle birlikte çamaşırcılık yapmıştır. Bu zorlu başlangıç, onun trajediye olan doğal yatkınlığını açıklamaktadır. Yine de o, bu zorlukları bir sıçrama tahtasına dönüştürmeyi bilmiştir. Danimarka Kraliyet Tiyatrosu’nda aldığı eğitimle yeteneğini şekillendirip sinemaya adım attığında henüz 29 yaşında olan sanatçı, kısa sürede Avrupa’nın en çok kazanan oyuncularından biri haline gelmiştir.
Bir başka çarpıcı anekdot ise Nielsen’ın Nazi Almanyası’na tepkisidir. 1930’larda Hitler’in kendisiyle tanışmak istemesinin ardından, o bu daveti reddetmiş ve 1937’de Danimarka’ya geri dönmüştür.
1968’de, 87 yaşındayken kendi hayatını anlattığı Asta Nielsen belgeselini yönetmesi ise, onun son bir kez sahneye çıkışının dokunaklı bir özeti gibidir. Bu çalışma, Berlinale’de onurlandırıldığında, Nielsen artık yaşayan bir efsaneydi. 25 Mayıs 1972’de, 90 yaşında Danimarka’da hayata gözlerini yumdu.
Asta Nielsen’ın oyunculuğu, sessiz sinemanın kelimelere ihtiyaç duymadan anlatma gücünü zirveye taşımıştır. Onun perdedeki varlığı, bir bakıma sinemanın ruhunu yansıtır: Kırılgan ama güçlü, sessiz ama yankılanan… Bugün, onun filmlerini izlerken, bir divanın ötesinde, sinemayı yeniden icat eden bir öncüyü görürüz. Nielsen, yalnızca bir yıldız değil, sinema sanatının ta kendisidir.