Türk sinemasında yavaş yavaş kitlelerin sinemalardan çekildiği yetmişli yıllar sonrası, televizyon ile videonun yaygınlaşması ile güç kaybeden sinema 16 mm video filmleri ile arabesk gerçeğine uygun, şarkıcıların yer aldığı ağdalı filmler üreterek bir dönüşüm içerisinde var olmaya devam etmeye çalışırken, öte yandan politik sinemanın seksen sonrasında dönemin konjonktüründe bir travmayı aşma halinin olduğunu görüyoruz. Bu dönemde kendini değişen sosyal politik ortam içinde kaybeden, yitirilen idealler arkasında sorgulayan bir kuşağın bocalamalarını ve kültürel yabancılaşmalarını ele alan daha çok bireysel bir sinema ile karşılaşıyoruz. Bunalım sineması diye de adlandırılan bu dönemde örneğin, Ali Özgentürk’ün Suda Yanar filminde film çekmeye çalışan 68 kuşağından yönetmenin seksen sonrasında yaşadığı içe dönme, sinme, kendi kuşağı ile kurduğu ilişki ele alınırken, Erden Kıral’ın Av Zamanı filminde de bir yazarın da bu dönemin paranoyalarını yaşadığını görüyoruz. Şerif Gören ‘in Sen Türkülerini Söyle filmi hapisten çıkan karakterin kendi çevresinin nasıl değiştiğini, bunun karşısında yaşadığı yalnızlığı ve uyuşmazlığını ele alırken seksen sonrası toplumun değişimini de bütüncül bir şekilde ortaya koyabiliyor. Yavuz Özkan’ın Bir Sonbahar Hikayesi, Keza Atıf Yılmaz’ın Bekle Dedim Gölgeye filmi de direkt kuşağın yitirdikleri üzerine bir film. Bir yandan da toplumsal güldürülerde yeni sinemasal arayışlarda da çeşitli şekillerde değişim dönüşüm ele alınırken özellikle entelijansiya ve kuşağın üzerinde spesifik olarak bu bunalım sineması birey ve kadının üzerinden ele alınmıştır.
Yakın zamanda kaybettiğimiz Selim İleri’de sinemaya Halit Refiğ sayesinde girmiş, senaryolar yazmıştır. Bu dönem ile ilgili Selim İleri’nin Ömer Kavur ’un 12 Eylül sonrası hemen ertesinde çektiği Kırık Bir Aşk Hikayesi filmi de aslında bu döneme örnek teşkil eder. Selim İleri’nin daha sonra kendisinin yönetmenliğini üstlendiği ve senaryosunu Ayşe Şasa ile yazdığı 1989 yapımı Hiçbir Gece filmi ise hem bu bunalımlı yılların filmlerinin tipik özelliklerini, eksikliklerini barındırır hem de bunları işler. Bu bakımdan seksenler Türk sinemasında da incelenmesi gereken filmlerden bir tanesidir.
Hülya Koçyiğit’in oynadığı Sevda, artık eski günleri kalmamış sinemanın starlarından biridir. Ancak hem bir kadın olarak hem de kamuya mal olmuş bir sanatçı olarak hala koruması gereken kazanımları vardır. Hem bir birey olarak artık taşıyamadığı bu yükümlülüklerini sorgular hem de artık eski günleri kalmayan sinemanın izinde değişimi. Bu dönemde ise karşısına tıpkı onun gibi boşlukta olan bir seksen sonrası kuşağından bir genç çıkar.
Filmde, Sevda artık günde 2 belki üç film çekmemektedir. Feminist bir kadın yönetmen ile kadın sorunlarını ele alan filmler çeker. Eski bir sinemacının dertsiz vasat senaryosunu kabul etmek ile etmemek arasında kalır. Bu filmin yapımcısı da halen bu işi yaptığı ile övünür. Sosyete kuaföründe herkesin reklam sektörüne nasıl geçmek zorunda kaldığı tartışılır. Böylece o dönemdeki sinemanın koşulları çok fazla ele alınmadığı için bu film ilginç bir örnek teşkil eder.
Sevda’nın da bu bunalımı içinde boşanmış bir kadın olarak korumaya çalıştığı kimliğine, eski kocası da sürekli müdahale eder. Bu haldeki Sevda’nın gittiği bar çoğunlukla bohem, kaybolmuş gençliği tasvir eden bir yerdir. Burada bu kuşağa ait bir biseksüel gençle karşılaşır ve bir ilişkiye başlarlar. Tasvip edilmeyen bu ilişkide bir nevi birbirlerinin yalnızlıklarını paylaşırlar. Film boyunca beraber gittikleri yerler yine döneme ait ilginç yerlerdir. Gittikleri bir bar, doksanlarda Türk sinemasında izlerini gördüğümüz yeraltı kültürüne ait bir bardır. Şerif Gören ’in Beyoğlu’nun Arka Yakası veya Sinan Çetin’in 14 Numara filmleri gibi erken dönemde bu bağlamda bir yaşantıyı gösteren erken dönem filmlerden birisidir.
Filmdeki diğer bir önemli bir nokta ise Bahadır karakteridir. Muhafazakar karakter ile sofradayken Dönemin içerisinde bulunduğu politik ortam hakkında bir şeyler söylerken Sevda’nın sevgilisinin üzerinden vurduğu kimliksizlik vurgusu üzerine genç, politikadan hoşlanmadığını söyler. Artık politik konular ilgisi çekmeyen, aidiyet hissetmeyen ve çıkış için yapıcı bir yer bulamayacak haldeki yeni kuşağın konumunu da bu şekilde irdeler.
Hiçbir Gece Selim İleri’nin yazdığı senaryolardan sonra, Ayşe Şasa ile yazarak çektiği bir film olarak seksenler Türk sinemasının ilginç örneklerinden. Elbette film, kendi içinde de tartıştığı sinema sorunsallarının da bir örneği. Bu Dönem içerisindeki diğer filmler arasında da hem sinemanın o dönemde içerisinde bulunduğu yeri irdelemesi açısından da önemli. Seksenler Türk sinemasını anlamak için de izlenmesi gerekenlerden.