Flow, kıyamet sonrası insanlardan arınan dünyada doğanın kendine ait olanı geri alışını izlediğimiz 85 dakikalık bir başyapıt. Gönül ister ki kalemimden damlayanlar kalbime uğramamış olsun ama tarafsız kalmak Flow için çok zor olacak.
İlk uzun metrajlısı Away ile 2019’da karşımıza çıkan Letonyalı yönetmen Gints Zilbalodis 5 yıl aradan sonra daha afilli bir şekilde karşımıza çıkıyor. Sinema dili, hikaye anlatıcılığı ve teknik detayların belli bir aşama kaydettiğini görmek çok da zor değil. Bu gelişim gelecek yıllar için beni sinema adına -şimdilik- en çok heyecanlandıran şey. Hele hele Avrupa animasyon pazarında öne çıkan bariz isimlerin olmaması beni 20-30 yıl sonrası için Gints’in kapitalizmini düşlemeye itiyor.
Flow, orijnal adıyla Straume (Akış), bir yol hikayesi. Ortalıkta hiçbir sebep yokken, sırf şamata olsun diye -evet evet, Pardon filminden Aydın’ın repliği- ortalıkta gezinen bir kedinin suların yükselmesiyle güvenli bir yer arayışına ışık tutuyor film. Kedimiz hem içinde bulunduğumuz toplum hem de çizim olması itibariyle yakınlık kurması, empati olmasa da sempati duyması kolay bir karakter. Üstelik kedi tek değil, yolculuk boyunca kendine kendinden hallice yol arkadaşları buluyor. Filmde bir kapibara bile var, kaç filmde kapibara vardır ki? Üstelik² tüm bu karakterler ekstra özelliklerle donanmamış, dümdüz hayvanlar. Kedinin sakarlıklarından patisini yalamasına kadar inanılmaz doğal ve gözlemlenmiş bir sürecin ürünü.
İnsanların dünyadan bir şekilde silindiğini anladığımız filmde geriye kalan her şeyi doğanın emrine girmiş şekilde görüyoruz. Bu bize ‘Biz olmasak da yine bu dünya bir şekilde dönerdi.’ye benzer mesajlar veriyor. Doğanın asıl sahibinin biz olmadığımızı alttan alttan söyleyen film bunu kendi adamlarıyla yapıyor, tam bir adamcılık. Buraya kadar söylemedim galiba ama filmde diyalog yok, Away filminde de yoktu. Her ne kadar fabl demek istesem de kendine özgü bir tür yaratmış, hem yönetmen hem film. Sadece doğanın sesleri ve hayvanların kendisi…
Kısacık da bir teferruat kısmına değinelim. Oscar’da En İyi Animasyon ve En İyi Uluslararası Film dalında 2 adaylık çıkardı film. Sezonun da The Wild Robot’la birlikte en çok konuşulan animasyonu. Altın Küre’de animasyon ödülünü kazanarak bunu başaran ilk Avrupa animasyonu oldu. -ki Amerika dışından bu ödülü kazanan 1 film vardı, o da geçen sene ödülü alan Miyazaki’ydi.- Ödül de ülkenin en önemli müzesinde sergileniyor şu an. Şöyle bir bakınca bu denli küçük bir filmin yarattığı yankıya hayranlık duymamak imkansız. Kötü Kedi Şerafettin’e bakıp ‘Anne biz ne zaman böyle olacağız?’ diyesim geliyor.
Velhasıl kelam hayatımızda kaç kez Letonya animasyonu izleyebiliriz ki?