Giriş
“Daha evvel yazmış olduğum işbu yazı her ne kadar Ferdi Tayfur efsanesinden pek bahsetmese de efsanenin doğduğu filme dairdir. Eskiden her ne kadar kabul etmesem de üç büyüklerin tartışmasız en büyüğüydü, bunu ben çıkarmadım, halkın ona teveccühünden o kendiliğinden çıktı. Çok mu severdim/severim, asla lâkin yaptığı müzikle kendisini uyumlu bulurdum ve rahatsızlık duymadan dinlediğim epey de şarkısı var.
Sonuçta (ki Ferdi Tayfur ve müziği de toplumun geldiği noktanın sebeplerinden değil sonuçlarındandır) onu ve müziğini kabul eden ve severek dinleyen çok büyük bir kesim var ve bu kesimin onu sevmek için birçok sebebi var. Büyük laflar etmek hadsizliğinde bulunmadan önce burada durmak lazım…
Yazıda birtakım yazımdan kaynaklı tashihlerde ve ilâvelerde bulunmakla birlikte o zamana dair bakış açımı yansıtmada değişiklik yaratacak girişimde bulunmak istemedim. Sebebi ise tıpkı onun şarkısındaki gibi zamanın getirdikleri ve götürdüklerine dair hatıralarımla, eksikliklerimle yüzleşmek biraz da. Kimi fikirlerime aynı minvalde sahip çıkmayacak olsam da bu benim her şeyden önce…
Özellikle Natuk Baytan’ın yönetmiş olduğu filmlerini yine izlerim. Derbeder filminde Sevda Ferdağ ile aynı karede göründüğü sahneler ondan ziyade Sevda Ferdağ sebebiyle de olsa hâlâ aynı hoşluğu uyandırır içimde. (1) Hasret Sancısı gibi saykodelik senaryolu filmi bir kenara koymak lazım. Mahmut Tuncer’in oynadığı Milcano kadar olmasa da uçuk bir film.
Mekânı cennet olsun. Hatıran yeter diyeyim ben de. Mekânı cennet olsun.
Kamçı ve deri çizmenin altında
Büyük bir düzlüğün ortasındaki toprak yoldan bir cip kameraya doğru yaklaşmaktadır gürültüsüyle, çekim bize doğru yaklaştıkça sola doğru kayar ve yolun az ötesinde koyun sürüsü belirir, koyun sürüsü kadraja yerleştiğinde araba durur ve cipin içindeki ağanın (Erol Taş) sürüye ve çobana doğru baktığını görürüz. Cipten iner ve çobana doğru yönelerek “Bana bak çoban!” diyerek konuşmaya başlar. Yol kenarındaki su arkının kenarına kadar yürümeyi ve konuşmayı sürdürür: “ O hayvanlar benim tarlama geçerse perişan ederim seni bilmiş ol!” ve sağ elindeki kıvrılmış olduğunu gördüğümüz kamçısını çobana doğru “perişan etme” sözcükleriyle bir arada havaya kaldırır. Çoban başını eğer, ağa kısa bir süre o yöne bakar ve ardından bakış kamerayı tam merkez almayacak biçimde sağ tarafa yönelir ve o yöne yürümeye başlar, bu esnada kısa bir monolog başlar: “Bütün bu topraklar benim! Ekilmemiş sürülmemiş tek karış yer kalmayacak!” Bu esnada kadrajın ortasındadır ve tekrar sağa yolun diğer tarafına doğru dikkatle yönelir, ayağındaki deri çizmelerin sol taraftan giriş yaptığı bataklık yerin kıyısındadır şimdi. Yere eğilir ve yerden bir toprak tabakasını kaldırır, karşıya ve etrafına doğru bakar, monolog devam eder: “Bir de şu bataklığı kurutsam.” Bizde doğru döner: “Bu mühendis işi. Mühendis olacak damadım! Mühendis!” Son sözcük bağırış biçimindedir. Çoban yanına gelir ve sahne devam eder…
Bu sahnenin yer aldığı, Temel Gürsu’nun yönettiği, 1976 tarihli Çeşme filmi, arabesk film furyasını tam anlamıyla ve onun ruhuna eksiksiz derecede uygun olarak başlatan yapımların başlarında gelir. Bu bir Ferdi Tayfur filmidir ve Ferdi Tayfur fenomenini de bu filme özgü olarak Hulki Saner yaratmıştır. (2)
Sahne aslında sessiz hatta sözsüz olarak da izleyecek olsak –sadece çobanın baş eğmesini yakın plana almak kaydıyla- meramını yeterince anlatacak açıklıktadır. Lâkin bu bir arabesk şarkıcı filmidir ve ses ve sesteki dalgalanmalar her şeyden önce gelmektedir.
Sahnede dikkatimizi bazı öğelere yöneltelim: cip, kürk yakalı kaban, fötr şapka, kamçı, deri çizme…
Cipin yerini atın alması kaydıyla bu öğeleri geleneksel ağa figürünün alametifarikalarından sayabilirdik. Ancak cip burada geçiş dönemindeki ağa figürüyle eş zamanlı oluşuyla paradoksal hâli, en iyi anlatacak öğedir de. Mühendise duyduğu ihtiyacı dile getirmesiyle dönemin değiştiğinin farkında olduğunu bildiğimiz ağa, geçiş döneminde paradokslarıyla birlikte yer alacaktır. Arabesk de tam da geçiş dönemini, kırdan kente, gecekondulara göç etmenin ve kentsel öğelerin de köye göç ettiği geçiş dönemindeki insan bulanıklığının manzarası değil midir biraz da?
Geleneksel öğe kamçı sahnede tam bir paradoks oluşturur. Öyle ya ortalıkta at görünmediğine göre ve cipin içinden inerken kamçı da neyin nesidir, yine aynı biçimde cipin içinde giyilen deri çizme de… Güç göstergesi olan kamçı elde tutuluşuyla Zeusvari yıldırımın antropomorfik sembolüdür dememizde abes bir şey olmaz, sadece at için kullanılmayacağını hem atın ortada olmayışından hem de zalim rollerine alışageldiğimiz Erol Taş’ın elinde oluşundan anlayabiliriz, yanıltmayacak da bizi! Kamçı, üstün güce sahip olanla gücü uygulayan arasında Tanrısal olmayan bir mesafeden hiddeti aşikâr kılan sembolik şiddet aracıdır da kullanılmadığında, doğrudan şiddet aracı oluşu potansiyelini taşıyarak… Ağa bu geleneksel öğeyi hâlâ elinde tutmaktadır.
Deri çizmelerin durumuysa ilginç paradoksla temas yüzeyi açısından daha önemlidir buradaki geçişlilik ifadesi açısından; deri çizmeleriyle kudret sahibi ağa, aynı yere karşısındakinden çok daha farklı biçimde basmaktadır lâkin aynı ağa cipin içinde, onun yerle temasını kesmiş olan cipin tabanına da basmaktadır, teknoloji ağanın ayağını kaydırmaktadır ve geleneksel kudret göstergeleri burada ancak ironik bir paradoksu açığa vurabilir. Artık yere basan kudretli ayaklar değil, teknolojinin getirdikleridir.
Fötr şapka ve kaban mevzusunu uzun uzadıya deşmeye gerek yok. Bildiğimiz şey kudretin sembolik göstergelerle imlenişinin çok eski oluşu, göstergenin içinde bulunan özneden daha öne çıktığının da yine çok eski oluşu. Ettore Scola, Varennes Gecesi filminin sonunda 16.Louis’in imparatorluk alameti giysilerinin törensi bir edayla eğreti bir makete giydirilişini ve yine nedime olduğunu anladığımız kadın oyuncunun son bir reveransla, artık yitmiş olan krallığa saygı sunuluşunu sahneler. Concorde Meydanı’nda alametlerinden yoksun olarak giyotinin önünde duran kişi de 16.Louis olamaz artık, o bütün işaretleriyle birlikte olduğunda ancak bir anlamı olabilir.
Yeniden Çeşme’ye dönecek olursak. Geçiş dönemi öğesi olan ağalık da bilinen biçimleriyle silinecektir kuşkusuz ve paradoksun içinden doğru biçimde çıkamayacaktır. Kızının dinlediği ve bu topraklara ait olduğu türkülerin yanık sesli ve yoksul sahibine gönül vermesi ve onun hükmedemeyeceği bir alan olarak yaşamına son vererek kaçmasıyla, zorla evlendirilmek istenmesi açığa çıkar ve ağa mühendis aracılığıyla dile getirilen modern ahlâki normlarla da yüzleşir, bu kabul edilemezdir.
Yerleşik normlar alt üst olmuştur nihayetinde, tıpkı arabeskte olduğu gibi. Değerin ve değerli oluşun ifadesi tekilliklere ait olmaya başlamaktadır da bu yeni beliren normların arasında, başta seçkinlerin elinde bulunan sesini duyurma ve hâkimiyet olanağı gün geçtikçe ayaktakımının eline de geçecektir. Beğeni artık duygusal olarak yakınlık duyulanın daha çok içerildiği bir kavram olacaktır giderek. Üst belirleyenler dağıldığına göre estetik daha az duyulur ve daha az bir kesimin uğraşı hâline gelecektir. Arabesk feryat da ona duyulan aidiyeti elbette yitirecektir zamanla, ama bu feryadın sırasıyla Türk Sanat Müziği (ki bu alandaki etkisi çok yıkıcı), Türk Halk Müziği, Pop, Rock üzerinde etkisi olacaktır ve bazen hangisi hangisiydi ayırt edilemeyecektir bile. Geçiş sönümlenerek son bulacaktır nihayetinde ama bir şeyleri değiştirmiş olarak.
- Derbeder filmine dair bir yazı için bkz. https://sinematikyesilcam.com/2020/05/rekoru-kirilamayacak-bir-melodram-derbeder-1978/
- “Ferdi Tayfur Adana’da oturuyormuş. Adana’ya haber iletildi, İstanbul’a geldi. Yazıhanede kapıdan girdi, baktım boynu bükük kendi halinde kısa boylu bir çocuk, hiç öyle jön tipi falan yok, ama benim kafamdaki tipe çok uygun. Sonunda filmi çekecek olan arkadaş Temel Gürsu’yla da tanıştırdık. O da beğendi tipini, çünkü senaryoya da uyuyordu. Ama Ferdi Tayfur’ a önce bir öğüt verdim: Boynu bükük bir insanı oyna… Çünkü onun niyeti biraz da hazır jönken bir iki yumruk atsın, kızı alsın gitsin havasında idi. Dedim ki bu filmde sen dayak yiyeceksin, senin kızını elinden alacaklar, sen boynu bükük, her işe şarkılar söyleyerek gideceksin.”
https://sinematikyesilcam.com/2019/06/bir-fenomenin-dogusu-ferdi-tayfur-ve-cesme-filmi-1977/