I. Yeni Alman Sineması – ‘’PAPAS KİNO İSOT’’ (BABACIK’IN SİNEMASI ÖLDÜ’’)
Eski sinemayı toprağa gömen, yeni sinemayı kendi kaburgasından yaratan yeni Alman sinemasının kuşağı kendilerine verilen entelektüel alanı aşmayı hedefliyor bu yolda avant-garde işler deniyordu. Yeni Alman sinemasının karakterinin iskeletini oluşturan şey tam olarak kendi geçmişi ve kendi kültürünün yitmekte olmasının bilincinde olmasıydı. Buna mukabil olarak Fransız Yeni Dalgası ve İtalyan Yeni Gerçekçilik akımlarından etkileniyorlardı. ‘’Eski sinema öldü, biz yeni sinemaya inanıyoruz’’ diyen bir grup ateşli gencin Oberhausen manifestosuna sadakatlerini bildirmeleriyle artık ticari diktaya başkaldırıyor sinemayı sosyal ve politik konuları işlemek için kullanmayı hedefliyorlardı. Bu küçük çaplı isyanlarına rağmen yine de hükümet ve devletle arasındaki bağı koparamıyorlar, ekonomik özgürlüklerini yaratamıyorlar, içişleri bakanlığına bağlı olarak kalıyorlardı. Bir süre sonra hem kendilerini göstermek hem de sinemaya adım atabilmek adına televizyon işlerine girişen genç sinemacılar nihayetinde artık televizyon sahipleriyle yaptıkları belli antlaşmalar sonucunda salonlara kendi filmlerini sokabiliyorlardı. Misyonları geriye kalan tüm ulus sinemacılarından farklı olarak yeniden kurulan bir ülkeyi dünyaya tanıtmak, garp ve şark cephesine turizm rehberliği yapmaktı. Nihayetinde istediklerine ulaşan genç Alman sinemacıları bu dönem birçok eser ürettiği gibi yeni genç kadın ve erkek yönetmenlerini de bu dönemde yaratmıştır.
II. Aguirre, The Wrath of God: SANDALIN ÜSTÜNDEKİ İMPARATORLUK
Avrupa’nın şaşmaz medeniyet misyonerliğinin vahşetinden bir şey kaybetmediğini kanıtlar nitelikteki eser 16. Yüzyılda Güney Amerika’da bulunan İspanyol askerlerinin başından geçenleri anlatır. Bir bakteri edasıyla Güney Amiraka kıtasına yayılan konkistadorlar bedeni yavaş yavaş ve çiğ olarak yerken, kendilerinden olmayan, gördükleri ne varsa yok etmeye and içmişlerdir. Altın, şehvet ve güce sahip olmak dışında organik fikirleri olmayan bu vasat bakteriler, din ve meşrulaştırdıkları soykırımlarla beslenir ve kendilerinden sonra gelecek olan Avrupalılara rol model olurlar.
İspanyol keşif heyeti İnka İmparatorluğunun yıkılışından hemen sonra Peru dağlarını terkederek ütopik diyar El Dorado kentine doğru yola çıkar. İspanyaya karşı sadakatlerini bozan grup sandal üstünde yol almaya başlar. Betimlemelere ihtiyaç duymadan doğrudan vahşetin kendisi olarak adlandırabileceğimiz Amazon ormanıyla kuşatılmış seyahetlerinde nefislerine karşı verdikleri hayatta kalma mücadelesinde, sandal üzerinde kurdukları kendi krallıklarında bir sosyo politik okuma yaparak toplumu idare etme biçim ve şekillerini kavramsallaştırmaktadır. Kültürel bağlamları ve toplumsal ilişkileri hassasiyetler üzerinden manipüle ederek dikta bir yönetimden beslenme amacı güden bu sandal kraliyetinin de yıkımı diğer tüm diktatörler gibi sonuçlanır ve yok olur gider. Altınlarla dolu bir şehir ve sömürülecek topraklar beklerken lokalde majör egosantrik bir mücadelenin içinde boğulurlar…
Nasyonal Sosyalist Almanya’nın antika bir karbon kağıdı işlevi gören eser günümüz Avrupa ve Türkiye’sinden benzer izler taşımaktadır.
Aguirre, der Zorn Gottes (Aguirre, the Wrath of God) – Aguirre, Tanrının Gazabı
Yönetmen: Werner Herzog, 1972