1980’lerin başında videonun doğuşuyla birlikte sinema kültüründe yaşanan rönesansın boyutları, yıllar geçtikçe daha da iyi anlaşılıyor… Kelimelerin kifayetsiz kaldığı Gana film posterleri bu rönesansın en son ortaya çıkan ve en garip örneklerinden…
Video, ”sinema”yı sinema salonlarından çıkartıp, insanların evlerine ve dünyanın en ücra köşelerine taşıdığında, çoluk çocuk dil din ırk farkı gözetmeden herkes gerçekten yedinci sanat ile tanışmış oluyordu. Bu arada tabi yedinci sanat da bir değişimden geçiyor, adeta mutasyona uğruyordu. Bu enteresan rönesans/mutasyon esnasında, en önemli olarak, arz talep dengeleri alt üst olmuştu! Film yapım maliyetlerinin de en aza inmesiyle birlikte o güne kadar hiç işlenmemiş konular yedinci sanatta işlenmeye başlanıyordu. Seks, vahşet ,bir çok tabu konu, o güne kadar hiç işlenmediği şekilde açık açık ve pervasızca film ediliyordu. Bu bir nevi yozlaşma, ve aynı zamanda çok önemli bir bağımsızlık demekti.
Arz talep dengelerinin alt üst olmasıyla gelen bu anarşi ve liberalizm ortamında, hayatları boyunca hiç film izlememiş, sinema ne demek bilmeyen insanlar, en akıl almaz B-filmlerle tanıştılar. Ülkemizde 70’lerde Anadolu’daki sinemaları düşünün. Sırf bu sinemalara pazarlanan en uçuk Cüneyt Arkın filmlerini ve çeşitli karate ve dövüş filmlerini düşünün. (Sıradan Cüneyt Arkın filmlerinden bahsetmiyorum. Hakikaten bu sinemalardan başka hiçbir yerde gösterilmeyen filmlerden bahsediyorum) Biz bu filmlerin varlığını video ile, ve aslında birçoğumuz daha sonra internet ile öğrendik…
Batı Afrika’da da benzer bir durum söz konusu. Ancak bu sefer, Anadolu’daki sinemalar gibi sinemalar da olmadığı için, 80’lerde videonun gelişiyle Gana ve Nijerya gibi ülkelerde seyyar video sinemaları ortaya çıkmış. Kimi girişimci işadamları ellerinde bir avuç VHS kaset ile Gana’da köy köy dolaşıp seyyar sinemalar kurmaya başlamışlar. Bu seyyar video sinemalarında, aynı Vizontele’deki gibi, ahali bir mekana doluşup uzaktaki bir televizyona bakarmış. Sinema perdesi falan hak getire. Böyle bir ortamda, Video Nasty ve çeşitli İtalyan sömürü filmleri izleyen Ganalı köylüleri bir gözünüzün önüne getirin…
Bu film gösterimlerinin tabi reklamının da yapılması gerekiyormuş. Bu ihtiyaçla birlikte Ganalı bazı ressamlar köyden köye dolaşan bu filmleri tasvir eden posterler boyamaya başlamışlar. Bu posterler çoğu zaman kesilip açılmış bir çuvalın üzerine veya bir ev perdesine boyanırmış. Hatta bazen iki parça bezi birbirine dikip, reklam panosu havası yakalanırmış. Filmlerle beraber köy köy gezen bu posterleri resmeden ressamlar, çoğu zaman filmi izlemeden sadece kasetin kapağında anlatılanları kendi yorumlarıyla resmederlermiş. Zaten bunun böyle olduğunu posterlere bakınca hemen anlıyorsunuz. Kimileri de filmi izleyip, tamamen bağımsız olarak kendi yorumlarını resmederlermiş (James Bond posterindeki balık detayı mesela!)
Daha sonra 90’larda video ve televizyon evlerde iyice yaygınlaşınca bu film gösterileri de tarihe karışmış. Bu bahsettiğimiz posterler ya evlere perde olmaya dönmüşler, ya da bir köşeye paçavra olarak atılmışlar. Ta ki yıllar sonra Amsterdamlı bir iş adamı, Mandy Elsas, Gana’ya yaptığı bir tatilde bu posterleri keşfedip 600 tanesini satın alana kadar. Elsas bu posterleri satın almakla kalmamış, posterleri yapanları bulmuş, tanışmış. Elsas, artık ölmüş olan, çok kısa ömürlü bu hilkat garibesi sanat akımını adeta topraktan çıkarıp Avrupa’ya getirmiş.
Günümüzde tekrar çok belirgin sınırların içine hapsolmuş ve sinemanın içindeki sanata adeta pranga vurmuş olan arz-talep dengeleri, maalesef bizi videonun doğduğu bu garip zamanlara özlemle baktırıyor…