Home > Özel Dosya > 1896-1929 Arası Korku Sineması

1896-1929 Arası Korku Sineması

1896-1929 Arası Korku Sineması

1896-1929 Arası Korku Sineması

Sinemanın ilk temellerinden günümüze dek uzanan korku türünün ilk esin kaynakları romantizmle dehşeti buluşturan gotik romanlardır. 18. Yüzyılda İngiliz Horace Walpole ‘’Otranto Şatosu’’yla, Anna Radcliffe ‘’Udolpho Gizemleri’’yle bu tarzın tipik örneklerini ortaya koymuştur. Dev şatolar, karanlık ormanlar, mistik olaylar, sisli havalar gotik romanların olmazsa olmazıdır. Korku sinemasının alanına Marry Shelley’nin ‘’Frankenstein’’ı, Robert Louis Stevenson’ın ‘’Dr. Jekyll and Mr. Hyde’’ı gibi fantastik olağanüstü hikayeler de girecektir. İlk sinema filmi olarak gösterilen Lumiere kardeşlerin 1895 yılında çektiği ‘’Bir Trenin La Ciotat Garına Gelişi’’ filminden hemen bir yıl sonra Georges Melies ‘’Le Manoir Du Diable’’ filmini çeker, bu filmin konusu ise bir vampir yarasanın şeytana dönüşmesidir.

İçsel gerçeğin yansıtılmasını savunan ve toplumda kabul edilmiş tabulara başkaldırı niteliği taşıyan dışavurumculuk akımı her sanat türünde olduğu gibi sinemada da etkilerini gösterdi. Robert Wiene’nin yönettiği Das Kabinett des Doktor Caligari (Doktor Caliagari’nin Muayenehanesi, 1919) dışavurumculuğun sinemadaki tepe noktasını oluşturmuştur. Film, bir akıl hastasının şizofrenik dünyasını bizlere gösterir; ışık gölge oyunları, soyut dekorlar, soyut mekanlar ve birbirinden korkunç karakterleriyle korku sinemasına yeni bir soluk getirmiştir.

Friedrich Wilhelm Murnau tüm zamanların belki de en iyi vampir filmini 1922 yılında Nosferatu ile yapmıştır. Vampir filmlerinin atası sayılan film aslında Bram Stoker klasiği olan Dracula’nın resmi olmayan bir uyarlamasıdır. Stoker’ın izin vermemesi üzerine romandaki karakterlerin adları ve mekanları değiştiren Murnau yine de yargılanmaktan kurtulamamıştır. Mahkeme kararıyla filmin kopyaları yakılmıştır ama Nosferatu, şansın da yardımıyla günümüze dek ulaşmıştır. Nosferatu’da mekanlar otantiktir, görüntüler zamanın çok ötesindedir, özellikle gölgeyle yarattıkları gerilimi hiçbir filmde hissedemiyorsunuz.

Benjamin Christensen’in ‘’Haxan’’ (Büyücüler, 1922) sessiz sinema döneminin bir başka önemli mihenk taşıdır. Yarı belgesel bir anlatımıyla bizlere cadıları ve histeriyi açıklıyor. Benjamin’in beyaz perdeye sunduğu bu büyülü eser birçok Amerika korku edebiyat uyarlamasına ilham kaynağı olmuştur, ayrıca diğer filmlerde olduğu gibi bu filmde de set dekorları dikkat çekmektedir.