Home > İnceleme - Analiz > 28 Serisi ve Boyle/Garland İkilisinin Dönüşü

28 Serisi ve Boyle/Garland İkilisinin Dönüşü

28 Serisi…

Yakın dönemde sinemaseverler, Danny Boyle ile Alex Garland’ın yeniden kurduğu yaratıcı ortaklık sayesinde 28 Years Later ile 28 serisinin sinemasal evrenine geri döndü. Filmin, yalnızca nostaljik bir dönüş değil, aynı zamanda serinin devam halkalarını da müjdeleyen bir başlangıç niteliği taşıdığı barizdi. Bana göre bir 28 Days Later kadar efsane olmasa da, ikilinin, ilk filmin ucuz bir devam taklit filmini yapmak yerine yeniden orijinal bir şeyler denemesi takdir edilesi ve üzerine konuşmaya değer. Bu yazımda 28 serisinin filmlerini kabaca değerlendireceğim ve Alex Garland/Danny Boyle ortaklığının kıymeti üzerine konuşacağım.

Alex Garland ve Danny Boyle Ortaklığı

Danny Boyle, daha önce Garland’ın The Beach romanını beyaz perdeye taşıyarak bu ortaklığı başlatmıştı. Böylelikle sinema dünyası Alex Garland gibi kıymetli ve daha sonrasında başka güzel işlere imza da atacak olan bu ortaklıkla tanıştı. Danny Boyle’un yönetmen koltuğundayken en efsaneleşen işi Trainspotting olurken Garland’ın ise Ex Machina oldu. İki filmi de harika bulmakla birlikte bana göre bu ikilinin ortaklığından doğan 28 Days Later, hem kıyamet türünü ayrı bir seviyeye çıkartan, hem de bu ikilinin filmografileri arasındaki en üst düzey film oldu. Peki neden?

28 Days Later neden efsane?

28 Days Later, hem görüntü yönetmenliğiyle bizi o pis kıyamet ortamına götürmeyi başaran, hem zombileri ilk defa koşturması bakımından devrimsel bir nitelik taşıyan, hem de izleyiciyi 28 gün gibi kısa bir sürede medeniyetin çökmesini anlatması bakımından inanılmaz kıymetli bir film. Normalde bu tarz filmleri jumpscare’e boğarlar ve ortaya anlık adrenalin salgılatan ancak izleyici pek de düşündürmeyen, tüketimlik filmler çıkar fakat böyle bir evreni iki entelektüel yaratınca zombi filminin de kuvvetli felsefi alt metni olabiliyor. Karakterlerin gelişimini muhteşem şekilde izleyiciye aktaran ve o çaresizliği sonuna kadar hissettiren bir film de olmasının yanında, filmle ilgili en iyi şey belki de korku unsurunun koşan zombilerle değil, insanların birbirlerine güvenmemesi ve öngörülemezlik ile sağlanmasıdır. Bu filmle ilgili sevdiğim neredeyse hiçbir şeyi taşımayan ve Boyle ile Garland’ın elinden çıkmayan devam filmi olan 28 Weeks Later bir o kadar hayal kırıklığıydı.

28 Weeks Later neden hayal kırıklığı?

28 Days Later gibi muhteşem bir film izledikten sonra devam filminin bir o kadar iyi olmasını beklersiniz ancak bu filmde iş başka. Zaten senarist ve yönetmenin Garland/Boyle olmadığı her türlü anlaşılan bu film, ne yazık ki bolca jumpscare sahnesine kurban edilmiş ve hiçbir karakter derinliği barındırmaması bakımından serinin diğer filmleri arasında, tek başına çok kötü olmamakla birlikte, açık ara en zayıf halka. Bu serinin belki de en önemli olayı Garland’ın zombiler üzerinden yarattığı korku evreninde insan doğası üzerine bizi sorgulatan ögeler barındırması ve entelektüel bir zemini olmasıydı. Ne yazık ki bu film bunu kaçırmış ve bence ilk filmi de pek iyi anlayamamış. Zaten Danny Boyle ve Alex Garland da bu filmden pek tatmin olmamış olmalı ki, 28 Years Later’ın daha başlangıcında geçtikleri yazıyla bu filmi direkt kestirip atıyorlar. Yine de aralarında keskin bir bağlantı bulunmasa da 28 Years Later izlenmeden önce seriyi bütünlüklü takip edebilme bakımından bu film de izlenmeli. Peki 28 Years Later nasıl?

İkilinin Dönüşü: 28 Years Later

2025’in açık ara en çok konuşulan filmlerinden birisi olmayı başaran ve ilk film kadar efsane olmasa da sinemada izlemeye kesinlikle değer olan bu devam filmi, seri içinden yeni bir seri çıkacağının da habercisi oldu. Hem Ralph Fiennes gibi çok sevdiğim bazı oyunculara yer vermesi sebebiyle, hem de ilk filmdeki devrimselliği devam ettirme çabası sebebiyle benim de beğendiğim bir film olmayı başardı. Bu kez pandeminin yalnızca İngiltere’de devam ettiği, zaten koşması sebebiyle yeterince korkunç olan zombilerin dev versiyonlarını da gördüğümüz gördüğümüz bu film, iPhone ile çekilerek yine farklı bir görüntü yönetmenliği deniyor. Fakat söylemeden geçemeyeceğim; hem surların arkasına kurulmuş yaşam şekli sebebiyle, hem de dev zombileri sebebiyle bana fazlasıyla Attack on Titan’ı anımsattı. Elbette bu film de orijinal bir iş ve taklit demiyorum ancak bana pek önceden yapılmamış bir şeyi yapmış gibi hissettiremedi. Belki de bu yüzden ilk filmden daha kötü bulmuşumdur. Bunun yanında film genel hatlarıyla gayet iyi olsa da; özellikle zombilerin yanında travmatik aile bağlarını işlemesi bakımından (Garland’ın son yıllardaki işleri fazlasıyla karakterlerin travmalarına odaklı, burada da onun dokunuşu hissediliyor) etkileyici bulsam da, filmin Edgar Wright tarzı sonunu inanılmaz saçma buldum ve bunun bilinçli bir tercih olduğu açık. Filmin havasıyla hiç uyuşmayan bu son, izleyiciyi bilerek şok etmek istemiş olmalı fakat 28 Years Later Part II filminde bu son, düzgün bir şekilde açıklığa kavuşturulur umarım çünkü bu haliyle bence filme eksi yazıyor.

Buna ilaveten, ilk filmdeki efsane performansıyla Cillian Murphy’nin bu filmin devam serisinde yer alacağı da teyit edildi, bakalım 28 Days Later ile nasıl bağlayacaklar ve kendisini ne halde göreceğiz? 28 Years Later’ın devam filminin, bu filmden 28 hafta sonra vizyona girecek olmasını da zekice bir pazarlama taktiği olarak gördüğümü söylemeden geçemeyeceğim. İlk film kadar iyi olmasa da bana göre potansiyeli oldukça yüksek bir dünya kuruldu çünkü Ralph Fiennes’ın ilginç karakteri olsun, dünyadan izole kalmış İngiltere’deki halkın durumu olsun, çok fazla senaryoda işlenmeye açık alan var. Umarım beklentileri karşılayan devam filmleri izleyebiliriz.